Prof. Dr. Önder Kutlu
Prof. Dr. Önder Kutlu ANAVATAN – YAVRU VATAN TARTIŞMASI

ANAVATAN – YAVRU VATAN TARTIŞMASI

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın gündeme getirmesiyle tartıştığımız ‘ana-yavru’ tartışmaları aslında hinterlandımızda bulunan, kardeş ve akraba tüm toplumlarla olan ilişkilerimizi sağlıklı bir düzleme çekmek için bir fırsat.

Osmanlı’nın son döneminde ve özellikle Cumhuriyetle beraber yaşadığımız pek çok olay ve karşılaştığımız mesele bugün çok daha karmaşık halde. Lakin bu problemi çöz(e)mezsek benzerleri yakında nüksedebilir.

1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin yıkılışını maalesef fırsata çevirememiştik. O yıllarda ülkemizdeki istikrarsız siyasi ve ekonomik ortam hepimizi karamsarlığa itmişti. Neticede dost ve kardeş toplumlarla kucaklaşamadık. Onları ya tekrar Rusya’nın kucağına ya da diğer emperyalist devletlere terk ettik. Pek çoğunun diğer ülkelerle ilişkileri bizimle olandan çok daha kuvvetli bugün.

Kıbrıs bizim temel meselelerimizden. Milli davamız. Ancak unutulmaması gereken şey, Kıbrıs’ın Misak-ı Milli sınırları içinde olmadığı. 60’lı yıllara kadar hep ihmal ettiğimiz bir coğrafya. Kanlı Noel’le başlayan süreçte kardeşlerimizin, soydaşlarımızın canına, malına kastedildi zaman Kıbrıs’ı hatırladık.

Mezkur ‘ana’ polemiği bize ilişkileri düzeltmek için ciddi bir fırsat sunuyor aslında. Ayrıca fırsat boyutu bununla da sınırlı değil. Tartışma diğer kardeş coğrafyalarla ilgili sağlıklı bir söylem geliştirme noktasında da önemli. Batı Trakya, Kosova, Üsküp, Yeni Pazar, İskeçe de en az Kıbrıs kadar değerli. Kafkasya gene aynı şekilde. Filistin’i hala Osmanlı toprağı olarak görüyoruz.

Türkiye olarak o coğrafyaları da kapsayıcı bir dil kullanmak zorundayız. ‘Ana’, ‘baba’ gibi kavramlar yerine hangi ifadeleri kullanacağımızdan ziyade, davranış tarzımıza yoğunlaşmak daha faydalı olur diye düşünüyorum.

Biz kimiz? O topraklarda yaşayan insanlar bizim için ne anlam ifade ediyor? Ne düşünüyoruz oralar için? Onlar bizim için hangi duydular besliyorlar?

Devlet olarak dil, söylem birliği geliştiremezsek, herkes şahsi kanaatlerine göre tavır alırsa, benzer tartışmalar hep karşımıza çıkar. Daha çok ‘şöyleydi’, ‘böyleydi’ demek durumunda kalır, enerjimizi kısır tartışmalara hasrederiz.

Yılların ihmal edilmişliği, ülke içindeki kavga ve çekişme vasatı nedeniyle dışarıdaki kardeşlerimiz Türkiye konusunda pek de olumlu düşünmüyorlar. Mesela, yıllar önce Londra’da karşılaştığım bir Kıbrıs Türkünün Türkiye ve ada ile ilişkileri konusunda fikirlerini öğrenince hayal kırıklığı yaşamıştım. Üzülerek ifade etmeliyim ki; adada yaşayan bir kısım insan, ‘Türkiye müdahale etmeseydi, daha iyi durumda olurduk’ havalarında.

Herkes aynı düşünceye sahip değil tabii ki. Oralarda da vefakâr, cefakâr insanlar var. Türkiye’ye kalpten bağlılar. Her yerde olduğu gibi, yani.

KKTC bugün Türkiye’den giden yardımlarla ayakta durabiliyor. Memur maaşları gene TC bütçesinden karşılanıyor. Altyapı harcamaları ülkemizin kaynaklarıyla finanse ediliyor.

Asıl mesele galiba inanç ve değer yargılarındaki yozlaşmayla alakalı. Ahlaki çöküntü, kültürel yozlaşma ve değerlere yabancılaşma had safhada. Az sayıdaki cami cemaatsiz. İnsanlar dine ilgisiz.

Kumarhaneler, fuhuş Türkiye’den gidenlere de açık olmak üzere, çok yaygın. Bu durumda Kıbrıs’la ilgili fikirlerimizi yeniden gözden geçirmek durumundayız. Oralara manevi gelişme ve kalkınma için destek olmazsak, özellikle de Türkiye’de faaliyette olan dernek ve vakıflar bu toprakları ihmal ederse daha nice ana-yavru tartışmaları yapmak zorunda kalırız.

Türkiye’nin bu toplumla ilgili hem tarihsel, sosyal, kültürel görev ve sorumlulukları var hem de yasal anlamda uluslararası antlaşmalarla tanınmış olan garantörlük pozisyonu mevcut. İstesek de istemesek de küsemez, ihmal edemeyiz. Tarihin yüklediği bir sorumluluk sonunda.

Türkiye kardeş devletlere ve onların resmi makamlarına verdiği önemi ve değeri oralardaki toplumlara ve insanlara da sunmak durumunda. Ayrıca, sivil toplum bu ilişkide merkezi konumda olmak zorunda. İlişkiler sivil toplum – sivil toplum arasında tesis edilmeli. Zira, resmi makamlarla sivil kurumlar arasındaki ilişkilerde sınırlar çok belirsiz ve kırılgan. Sivil toplum öyle değil ama. Sınırlarını kendisi tayin edebilir.

Türkiye ada ekonomisine para pompaladığı müddetçe sıkıntılar hissedilmeyebilir. İlişkiler, ada cephesi daha çok ‘duygusal’ boyutta.

Kıbrıs’tan konuşurken, kendisini Batılı olarak gören bir topluluktan bahsediyoruz. Uzun yıllar İngiliz sömürgesi olarak bulunan, temel değerlerinden nispeten kopuk insanların Türkiye’ye ve hükümetine tepki duymaları yadırganacak bir durum değil.

Hâsılı Kıbrıs tartışmaları bize farklı yerlere götürdü. Unutmamalıyız ki Kıbrıs’ta durum neyse diğer kardeş coğrafyalarda da aynı.

O nedenle bu bölgelerle ilgili bütüncül ve kapsayıcı bir ‘öz ve söz’ birliği oluşturabilirsek anlaşmazlıkları daha az hasarla atlatabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi