Aklından Zoru Olan, İslam’ı Terörle İlişkilendirir
Terör; kelime olarak, tehdit, korku salma, yıldırma anlamında olup genellikle siyasal bir dava uğruna girişilen, cebir ve şiddet kullanarak toplumu korkutmaya, yıldırmaya yönelik her türlü eylem demektir.
Semavî dinler; şiddet, terör ve tehditle topluma kendini dayatmazlar. Barış ve huzuru sağlamak için gelmişlerdir. Bu nedenle şiddet, terör ve savaş olgusunun faturası dinlere kesilemez. “Sulh ve barış” anlamına gelen "İslâm Dini" şiddet, terör ve savaş ile asla ilişkilendirilemez. Kendi çıkarları için şiddet, terör ve savaşı metot olarak seçen marjinal radikaller veya güdümlü örgütler ileri sürülerek İslam terörle ilişkilendirilemez. Aşırı uçlar her inanç sisteminde bulunur ve onlar ölçü alınarak genelleme yapılıp bir dava kötülenemez.
Şiddet ve terör, çağımız insanının başına musallat olmuş bir baş belasıdır. Ne yazık ki; insanın en rahatsız olduğu şiddet ve terörün kaynağı yine insandır. Nedenler ne olursa olsun yeryüzünde şiddet ve terörü estiren insandan başkası değildir. İnsanoğlu ürettiği savaş teknolojisiyle, en kısa yoldan ve topluca insan öldüren silahlar icat ederek yaptığı savaşlarla, başvurduğu terör ve şiddetle kendi cinsinin en büyük düşmanıdır. İnsanoğlunun kendi hemcinsine yaptığı bu imhayı, ormanlar âleminin en vahşî hayvanları kendi hemcinslerine yapmazlar.
Allahu Teâlâ bütün insanları bazı ortak özelliklere sahip olarak yaratmıştır. Bu ortak özelliklere fıtrat denir. Gülme, ağlama, üzülme, sevinme, sevme, nefret etme, zulmü ve haksızlığa karşı çıkma gibi duygular, insanda doğuştan var olan ortak özelliklerdir. Allah bizim genlerimize bu ortak özellikleri kodlamıştır. Fıtrat, adeta insanın ilahî yazılımıdır. Bizim fabrika ayarlarımızdır. Fıtratla ilgili Yüce Allah şöyle buyurur: “O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz.” (30Rum:30).
Bu ayet, insanların doğuştan getirdikleri ortak özelliklerin değişmezliğini, bütün insanlarda aynı şekilde mevcut olduğunu ifade eder. İnsanlar bulundukları kültür havzalarına göre, ya fıtratlarını besleyerek ilahî yazılıma uygun hareket ederler, ya da fıtratlarını bozarak savrulurlar. Rasûlullah (sav) bu konuda; “Her doğan, fıtrat üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) buyurmak suretiyle tertemiz fıtratların çevreye göre şekilleneceğine işaret ediyor.
İnsanın insana, hayatı zehir ederek çekilmez hale dönüştürmesi; sevgi, barış, paylaşma, yardımlaşma, yolunu tutarak dostça ve kardeşçe yaşamaması, bilim ve teknolojide çok ilerlediği halde bunları insanın huzur ve mutluluğu için harcamaması, bunu; terör, şiddet ve savaşla insana zarar vermek için kullanmasının tek nedeni de işte insanoğlunun fıtratını bozmasıdır. Her geçen gün giderek artan terör ve şiddet eylemleri üzerinde, yoğun araştırmalar yapılarak düşünülmesi ve çözümler üretilmesi gerekmektedir.
Dinler terör ve şiddete izin verir mi? Sorusu akla gelebilir. Bütün İlahî dinlerde; Dinin, Aklın, Canın, Neslin ve Malın korunması bir zorunluluktur. Haksız yere bir cana kıymak, bütün insanların canına kıymak gibidir. Bu konuda Hayat Kitabımız aynen şöyle buyurur: “Kim ki, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın haksız yere bir cana kıyarsa, BÜTÜN İNSANLARI ÖLDÜRMÜŞ GİBİ OLUR. Her kim de bir hayatı kurtarırsa BÜTÜN İNSANLIĞI KURTARMIŞ GİBİ OLUR.” (5Maide:32).
Bu hüküm, Tevrat’ta da böyledir, İncil’de de böyledir. Tevrat’taki meşhur on emirden birisi de “Öldürmeyeceksin”dir. İlahi dinler, insanları tek Allah inancı etrafında birleştirmek ve onları kötülükten iyiliğe sevk etmek için gelmişlerdir.
Dolayısıyla İslâm dini terör ve şiddeti reddeder.
İslâm kelimesi "Barış, emniyet, anlaşma ve uzlaşma" anlamlarına gelmektedir. Kelime anlamına uygun olarak huzur ve barış içerisinde bir toplum inşa etmeyi gaye edinmiştir. Bunun için iyiliği, güzelliği, sevgiyi, kardeşliği, merhameti, adaleti, yardımlaşmayı ve dayanışmayı, kısaca insan için faydalı olan her türlü sosyal ve ahlaki prensipleri emretmiştir. Şiddet yoluyla fiili saldırıda bulunmayı, işkence yapmayı veya daha kötüsü insanların hayat haklarını elinden almayı yasaklamıştır.
Bu konuda Rasûlullah (sav): “Merhamet edene Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” ("Ebû Dâvud, edeb, 58). Bir diğer sözünde de: "Müslüman, elinden ve dilinden hiç kimsenin zarar görmediği, insanların her konuda kendisinden emin oldukları kimsedir.” (Tirmizi, iman,12) buyurarak şiddet ve terörün kökünü kazıyacak prensipleri ortaya koymuştur.
Kendisi de asla şiddet kullanmamıştır, Kur'an-ı Kerim'de “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla, en güzel olan neyse o yolla mücadele et. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir.” (16Nahl:125) denilerek insanların şiddetle değil; bilim ve güzel öğütle doğru yola getirilmeleri istenmiştir.
“Allah'tan rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (3Âl-i İmran:159) denilerek insanlara kaba ve sert değil yumuşak davranılması istemiştir. Bunun için Rasûlullah’ın kendisi de: “Allah Teâlâ beni şiddet uygulayan birisi olarak göndermedi; bilakis eğitici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.” (Ahmet b. Hanbel,III/328) buyurarak İslam’ın şiddet ve terörle ilişkisi olmadığına vurgu yapmıştır.
Bu gerçeklere rağmen “vahşet ve terör” denilince Avrupalıların aklına İslam gelmekte, ancak Müslümanların dışındakiler, camileri basıp onlarca kişiyi katledince, buna terör demeye dilleri varmamaktadır. Bu çifte standardın, dünya barışına ve insanlığa asla fayda getirmeyeceğini herkesin bilmesi gerekir. Terör karşısında ikircikli tavır almadan herkes aynı duruşu sergilemelidir.
Yazımıza, Seyit Kutub’un şu altın sözleriyle son veriyoruz: “Dinimizde bizi utandıracak, yüzümüzü kızartacak, bizi kendisini savunma zorunda bırakacak hiçbir eksiklik, hiçbir utanılacak şey yoktur. İnsanlara şirin görünmek veya İslam’ı onlara hoş göstermek derdine düşmemizin gereği yok. İslam’ın hakikatini açıkça söylemek için kekelememize, tereddütlü davranmamıza neden olacak hiçbir öge yoktur.”
Bütün bunlara rağmen, aklından zoru olan, İslam’ı terörle ilişkilendirir. Bu da, patolojik bir ruh halidir, klinik vakadır.