Ahlaksızlığın memleketi olmaz
Millet olarak bazı olayları çok çabuk unutup belli bir süre sonra tekrar yüzleşince sanki ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi tepki vermemize hastayım. Bazıları gerçekten iyi niyetli, ya geçmişi bilmiyor ya da unutmuş. Art niyetli kesim ise sanki ilk defa yaşanıyormuş gibi suçu hemen ilk gördüğünün üzerine yıkmanın peşine düşüyor…
Elazığ ve Malatya’da yaşanılan depremin artçıları devam ederken gündemimiz içerisine artçı gündemlerde eklemeyi sürdürüyor. Depremin ardından evsiz kalan insanlar kiralık ev bulma telaşına düştüler. Devletinde belli oranda kira yardımı yapacağını duyan bazı uyanık, ahlaksız ev sahipleri normale göre iki kat daha fazla kira istemeye başlamış. Aynı depremi, aynı korkuyu yaşamış, aynı şekilde kendi evinin de yıkılma ihtimali olan birisi nasıl bir düşünceyle iki katı kira isteyebilir? Fırsatçılık, daha fazla kazanma hırsı gözünü nasıl kör edebiliyor bilmiyorum. Böyle birinin Allah korkusu hissettiğinden ve ahlakından şüphe ederim.
Normal zamanda olsak sırf bu kira meselesinden dolayı bile biz nasıl bu aşamaya geldik diye düşünmemiz gerekirdi. Lakin biz o normalliğin sınırlarını aşalı çok oldu. Her yıl biraz daha geriye gide gide şimdiki seviyemize geldik. Geriye doğru gidiş ise devam ediyor. Bakanlık inceleme başlatmış, fahiş artışlarla ilgili işlem yapacakmış. Benim bir umudum yok. Çünkü bir insan ahlaksızlığı göze aldığı zaman kimse onun önüne geçemez. Bakanlığımızın ise böyle bir kaygısının olmasına rağmen uygulama aşamasında bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Serbest piyasa, mevzuat falan denir, mevzu sürüncemede bırakılır. İstenirse çok rahat müdahale edilebilir o ayrı. Fahiş artış yapan ev sahibine bundan önceki kiracısı ile yaptığı sözleşmeye göre yeni kira belirlenebilir. Ortada sözleşme yok ise sözleşmesiz ev kiralamaktan ceza kesilip, evin bulunduğu mevkiye göre ortalama kira belirlenebilir.
İlgili bakanlığın böyle bir adım atacağını sanmıyorum. Çünkü geçmişte benzer o kadar örnek yaşadık ki. İki yıldır yaşadığımız ekonomik sıkıntıyla birlikte başta gıda olmak üzere birçok alanda keyfi zamlar yapıldı. Bazı ahlaksızlar hem gramajdan çalıp hem de üstüne zam yaptılar. Geçen yıl patates, soğan fiyatları uçtu, bu senede sarımsak. Kalitesine göre beş-on liraya aldığımız sarımsağa ne oldu da kilosu 40 liraya çıktı. Bunun adı fırsatçılık değil de nedir? Bakanlıklar yapılan binlerce şikâyete rağmen göstermelik birkaç ceza ile –bir kısmını uyarmakla yetindiler- meseleyi kapattı. Yapanın yaptığı zam yanına kâr kaldı.
Elazığ’daki kira artışı ile ilgili özellikle sosyal medyada Elazığlıları eleştirenler meseleyi kişilerden çıkarıp bir memlekete mal etmeye çalışıyorlar. Sanki memlekette herkesin ahlakı düzgün, Elazığlıların ise tamamının bozuk. Bu saçmalığı mantıklıymış gibi konuşuyorlar. Oysa kriz anlarında fırsatçılık yapıp, ahlaksız kazanç peşine düşme bir kısım insanoğlunun fıtratında var. Ahlaksızlığın, hırsızlığın, arsızlığın memleketi, dini, ırkı olmaz. Ahlaksız insan olur. 99 depreminde çevre illerden deprem noktasına hırsızlığa gelip, ölüler parmağındaki yüzükleri bile çalan ahlaksızların olduğu gibi.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Şu anda ülkemizdeki Suriyelilere karşı olanlar, küfredenler evlerini iki-üç katı kiralarla Suriyelilere vermekten hiç utanmıyorlar. Başta Konyamız olmak üzere ülkenin dört bir tarafında kentsel dönüşüm bekleyen eski müstakil evler fahiş fiyatlarla Suriyelilere kiraya veriliyor. Çünkü o insanlarda muhtaç, çaresiz. Elin Suriyelisine öyle yapanın kendi hemşerisine böyle davranmasına şaşırmayalım. Bu ahlaksızlarla da mücadele etmek yine sıradan vatandaşın üzerine düşüyor. Çünkü bu ülkenin büyük bir kısmı deprem olduktan sonra elindeki imkânlar ölçüsünde nasıl yardım edebilirim diye düşünmeye başladı. Sadece bir TV programında bile birkaç saat içerisinde 50 milyon liradan fazla yardım toplandı. Diğer yapılan yardımlarda ortada.
Devletin her alanda fırsatçılık peşine düşüp vatandaşı mağdur edenlerle sağlam bir mücadeleye girmesi gerekiyor. Vatandaşın yaptırım gücü sınırlı. Devlet bu fırsatçıların canını yakmadığı sürece yapılan iyi niyetli her çalışmanın üzerine bir gölge düşecek. Ondan sonra biz millet olarak aslında böyle değiliz falan diye durduk yere kendimizi yormak zorunda kalıyoruz…