Ağız tadı mı kaldı?
Kimisinin yüreğine ağır gelir, kimisinin yüreği ağır gelir bu dünyaya. Açmayan bir çiçeğin, dolu vurmuş bir ekinin hüznüyle dertlenenlerin harcı değil bu çağ. “Sevmek iyi” olduğu için iyiliği sevenlerin ruhunu incitiyor bu çağ. Dünyanın böyle garip bir tarafı var. Gelip geçici fanilerin uğrak verdiği bir köprü olsa da nitekim, hikayemiz orada ikmal oluyor.
Bu dünya diyorum kimisinin yüreğine ağır geliyor. Mazlum bir kalbin garip sahibi anlam veremiyor zulmün bu kadar kolay saltanat kurmasına. Derdi olan insan, derdinin ağırlığıyla yazıyor şiirlerini ve gamsızlar pazarlıyor poz vererek bu şiirleri.
Kiminin derdi kimisine meze oluyor yok pahasına. Gidemediği ülkelerden dem vururken birileri, o ülkenin çocukları düşüyor açlıktan yollara. Kendi yurduna garip kendi yurduna yabancı kalıyor aynı coğrafyanın kardeşleri. Uzanıp tutamadığımız elin, seslenip duyuramadığımız kulağın, yazıp okutamadığımız öykünün omuzlarımıza yüklediği yükün farkına varacak mı dünya?
Erenler bir hırka bir lokma demişler, yola düşmüşler. Kâh eğlemişler bir ağaç altında kâh misafir olmuşlar bir çoban sofrasına. Gölgemde oturdu diye neşelenen ağaçlar olmuş, sohbeti nasip oldu diye sevinen çobanlar. Gölgesini kıskanan da var, yolunu değiştiren çoban da. Kim kime nasip oldu, kim kime vesile şimdi?
Bu devrin adamı değil bazıları. Fazlaca hassas fazlaca nazenin. Bu dil bu adamların değil, söz hikmet değil kalemde. Fani dünyanın nesine kansın böyle adamlar? Emaneten yaşıyor gibiler, eğreti ve öylesine bu dünyada.
Ağız tadı derlerdi eskiler, duaların sonu başı “Allah ağız tadını bozmasın” olurdu. Sahi neydi bu ağız tadı, nasıl bir şeydi, nasıl hissedilirdi? Avuç avuç çil altın dökmekle mi, hanlar hamamlar dikmekle mi, envaiçeşit yemekler yemekle mi? Yok, böyle değildi herhalde. Bir dost meclisinde hesapsız ve çıkarsız iki satır muhabbetin tadı misal… Sen olmasan da mekânda sen oradaymışsın gibi hatır gözetip vefa gösterenlerin varlığını bilmek… Kapısını çalacak üç beş yaren, selam gönderecek eski dostlar… “Hele gel iki çay içelim” diyebilmek aniden…
Harcamanın ve harcanmanın bu kadar kolay ve hesapsız olduğu zamanda ağız tadı bulmak da kolay değil azizim. Makam ve mevkiinin, nüfuz ve itibarın, pul ve paranın daha mühim sayıldığını görürsen ağzının tadını bozacak insanlar da çoğalmış demektir.
Hep mutsuz, hep umutsuz, hep şikâyet edenlerin sayısı artıyor mu dersiniz. “Ağız tadı mı kaldı” deyip nimete saydıran, sahip olduğuna değil ulaşamadığına isyan eden ve bu isyanına bir anlam yükleyemeyen kim var etrafta?
İşinden bizar, anne-babasından şikayetçi, çocuklarından dertli, doğacak güneşle kavgalı, ekmeğinden mustarip ve hatta içtiği çaydan bile keyifsiz insanlar sarmış olmasın etrafımızı? Onlar çoğaldıkça hakikat derdine düşmüş, derin acılar yaşayan, samimi hüzünlerin sahipleri boynu bükük kalıyor sessizce.
Seher vakti bir gönül dostunla, aynı yastığa baş koyduğun yoldaşınla ya da misal selam verdin diye sofrasına çağıran balıkçıyla yudumladığın çayın, ağzında bıraktığı tat hangi dünya malıyla ölçülür ki?