Adalet, toplum, bürokrasisi ve Kavala
Adalet mevzuu bir dönemdir öncelikli mesele olarak ele alınıp, ulusal gündeminin üst sıralarına yerleşti. Adalet Bakanının istifası ile boşalan bakanlığa aynı sorumluluğu daha önce iki kez üstlenmiş bir siyasetçi getirildi.
Bu da ister istemez önemli bir değişiklik olarak algılandı. Doğrudur; adalet bakanının değişmesi her zaman önemlidir: Niçini, nasılı ve zamanı önemsenir.
Meseleyi karmaşıklaştıran başlıklardan biri yürütülmekte olan adli soruşturma, kovuşturma ve operasyonlar. Dün Avrupa Konseyi haddini aşarak, Türkiye aleyhtarı bir karar verdi. Gezi Parkı olaylarının önemli bir aktörü olduğu bilgisi paylaşılan Osman Kavala isimli şahsın serbest bırakılmasını istiyorlar.
Talepte bulundukları makam yürütme organı, yani Cumhurbaşkanı ve kabinesi. Oysa yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir olayda siyaseti sorumlu tutmak olmaz. Hiçbir makam, mevki yargıya emir, talimat, yönlendirme anlamına gelecek bir teşebbüste bulunamaz.
Anlaşılan o ki, Avrupa ve ABD bunu ya anlamıyor, ya da anlamak istemiyor. Yargıyı kendileri yönlendirmek istiyorlar.
Türkiye maalesef bir dönemde mezhepçi, bir dönemde ise Fetö’cü örgütlenmenin yargıdaki tasallutuna şahitlik etti. Adalet fikriyle uzaktan, yakından alakası olmayan kesimler bu kutsal sorumluluğu çığırından çıkardılar.
O dönemlerde bu kesimlerden bir telkin ve eleştiri gelmediği gibi, düzeltilmesine yönelik en ufak bir girişimleri de olmamıştı. Bugün farklı bir telden çalıyorlar. Yargı temizlendikçe, hak ve adalet ölçüsünce karar veren mekanizma tesis edildikçe eleştirilerin dozu artıyor.
Türkiye’yi müstemleke memleketi sanıyorlar herhalde. Veya önceki dönemde işleri öyle yürütüyorlardı da normalleşip, millileşince değişimi anlamada ve kabul etmede zorlanıyorlar.
Kavala hakkında ellerinde delil bulunan, sorgulayan ve kritik bilgiye ulaşan yargı mensupları tutuklu kalması gerektiğini söylüyorlar. Ancak, binlerce kilometre ötedekiler ‘derhal serbest bırakın’ diyorlar.
İddia ve ithamlar milli güvenlikle alakalı, adi bir suçtan değil. Dünyanın hiçbir yerinde buna izin verilmez. Ülke güvenliğinin mevzubahis olduğu bir durumda farklı prosedürler uygulanır.
Ayrıca, Türkiye’de adalet bakanı yargının patronu da değil. Birtakım idari nitelikli görevleri mevcut; HSK başkanlığı bu minvalde değerlendirilir. Mahkemelere emir ve talimat verme dâhil yönlendirici bir eylemde bulunamaz. Ayrıca, tüm demokratik ülkelerde siyasetin yargı üzerinde bir şekilde etkisi bulunur. Temsil kabiliyeti bulunan insanların ve makamların dahline kapı aralanır.
Ülke içinden ve dışından haklı-haksız eleştirilerin yoğun biçimde yöneltildiği bir bakanlıkta görev yapmak, bunu da 15 Temmuz sonrası dönemde layıkıyla yerine getirebilmek oldukça zordu. Abdülhamid Gül bunu yerine getirdi, kayda adımlar attı. Mesela, geçtiğimiz yıl açıklanan ve uygulamaya konulan İnsan Hakları Eylem Planı başlı başına emek ürünü bir girişim. Hayırla yâd edilecektir.
Yeni bakan, ne kadar tecrübeli olursa olsun, zorlanacaktır. Kaygan bir zeminde görev yapacak. PKK, FETÖ ve diğer terör örgütleri boş durmuyorlar. Bir de HDP türü siyasi ‘oluşumlarla’ yabancı ülke istihbarat teşkilatlarının müdahalesini hesaba kattığınızda olayın boyutlarını tahmin etmek zor olmaz.
Ülkenin hassasiyetlerini ve öncelikli meselelerini hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Terör örgütleri her zamankinden daha da bilendiler. Ellerinden geleni arkalarına bırakmıyorlar.
Toplum olarak bizlere yargıyı yakından takip etme, doğru kararlara güçlü biçimde destek verme sorumluluğu düşüyor. Yürütme organı idari açıdan yanlış yapanın defterini dürmeli, yargıya gerekli kolluk desteği sağlamalıdır.
Ülke temizlendikçe, yanlış yapanlara adaletle yaklaşıldıkça devletin ve organlarının saygınlığı artacaktır.