Yeniden başlayabiliyor muyuz?
2010’ları tamamlayıp 2020’ye hızlı bir giriş yaptık.
Bu giriş ciddi anlamda hızlı oldu ama… Sanki koca bir yıl yaşanabilecek olaylar ve felaketler konsantre olarak tek ayda karşımıza çıktı.
Yazıya yazmaya başlarken kafamdan geçenler biraz fazla mı pesimist oldum diye düşündürdü beni.
Ama yok…
Hem Türkiye hem de tüm dünya için Ocak ayı kötü bir başlangıç oldu.
Yani burada twitter furyasına takılıp; “Sevmedim seni 2020, hadi 2021 gelsin” muhabbetlerine girmiyorum. Ama şöyle bir bakalım beraber aynı şeyleri hissettiğimizi anlayacaksınız.
*****
Önce 2020’ye başlarken bir İran ABD gerilimine şahit olduk. Kimileri Kasım Süleymani’nin öldürülmesini, I. Dünya Savaşı'nı başlatan Prens Ferdinand suikastına benzeterek; “3. Dünya Savaşı çıkabilir” dedi.
Kimileri “Danışıklı dövüş savaş falan çıkmaz” dedi. Herkes dedi de dedi. Nihayetinde yılın ilk günlerinde insanları son dakika haberlerine bağlayan bu olaylar silsilesinde sular durulacak gibi gözükmüyor.
İran ABD’li askerlere füze saldırısı ve oluşturduğu intikamı simgeleyen mezarlıklar ile öfkesini diri mi tutuyor, yoksa teatral yeteneğini mi konuşturuyor bekleyip göreceğiz.
*****
Yine Avusturalya’daki yangın bütün dünyada soğuk duş etkisi yarattı. Gerçi dünyanın sessiz kalışı çok da soğuş duş etkisi yaratmadığını hissettirdi bana ama…
200 bin kilometre kareye yakın alan cayır cayır yandı. Bence dünya tarihinin en acı tablolarından birine şahit olduk. Milyonlarca hayvanın tüm insanlığın gözleri önünde yok oluşu ve öylece izleyişimizi hala içimden atamıyorum.
*****
Corona virüsünü de es geçmemek lazım sanırım. Virüs yeni değil, 1960’lı yıllardan beri var ama Çin’de oluşturduğu ölümlü vakalar sonucu dünya gündemine oturdu. Uzmanlar virüsün yarasalardan ve Çinlilerin yediği diğer vahşi hayvanlardan bulaştığını söyledi. Tabi kontrol altına alınmazsa milyarlarca insan tehlike altında olacak gibi gözüküyor.
Şu an tüm Türkiye acaba virüs geldi mi geliyor mu korkusunda. Hatta Konya’da sadece haberi bile basın da kaos yaratmaya yetti!
*****
Önceki akşam Kobe Bryant helikopter kazasında hayatını kaybetti. Haberi ilk okuduğumda bir süre inanamadım. Yani nedense sanki bazı insanlar ölümsüzmüş gibi düşünüyoruz. O yüzden galiba şaşkınlığımız… Kobe izlerken en çok zevk aldığım sporculardan biriydi. Onun basketbol topuyla yaptığı dansı sadece oturup izlerdin. Öylece hayranlıkla izlerdin. Üzücü…
*****
Ve bizi daha çok daha çok üzen tüm Türkiye’nin kafasına deprem gerçeğini mıh gibi tekrar çakan Elazığ depremi… İnsanoğlunun acziyetini en gerçekçi haliyle gösteren olay galiba deprem. “Hazır mıyız, hazır olmalıyız, deprem geliyor, kapımızda” derken otuz saniyede Türkiye’yi kalbinden sarstı yine…
CNN Türk’ün spikeri ile birlikte, Aziziye’yi arayan UMKE görevlisi ile birlikte, enkazdan kurtarılan minik Yüsra ile birlikte ağladık. 41 hayatı düşündük. O akşam son kez atılan 41 kahkahayı hayal ettik. Yaşayanların da ölenlerin de evlerinde geçirdikleri son gece olduğunu, anılarını enkaza gömdüklerini içimizde hissettik. Demem o ki yaşanmasın dediğimiz şeyleri tekrar yaşamak ağır bir travma yaşattı hepimize…
Evet, güzel kenetleniyoruz böyle zamanlarda… Ama yine de yıkamadığımız tabular var. Hala arada duvarlar var. Benim getirdiğim yardım diyor bir siyasetçi, benim gönderdiğim koliler diyor başka bir sanatçı… İnceden diğerlerine hala bir dokundurma var. Demek ki diyorum asıl depremin ruhlarımıza uğraması lazım. Belki o zaman tabular da duvarlar da kolayca yıkılır.