‘YENİÇERİ YÜRÜYÜŞÜ’ VE ‘PARALEL’ DAVALAR
Batı medyası ve akademik literatürü ‘iki ileri, bir geri’ adımları ile bilinen ve arkasında mutlak bir askeri deha ve strateji bulunan ‘Mehter Yürüyüşünü’, istiskal etmek için ‘Yeniçeri Yürüyüşü’ olarak isimlendirirler. Konuyu Türklerin tutarsızlığının, istikrarsızlığının ve sebatsızlığının bir yansıması olarak sunarlar. ‘Üç adımı arka arkaya atamayan’ bir millet ve ordusu imajını yaymaya çalışırlar.
Biz bu taifeden değiliz. Millet olarak, özellikle ilerleme dönemlerinde, ‘kendimiz’ olduğumuz zaman dilimlerinde, değil üç, üç milyon adımı bile atarak Viyana’ya, Rusya içlerine, Afrika çöllerine kadar uzanabildiğimiz, oralara ‘adımlarımızla’ adalet götürebildiğimiz vakidir. Bunun için şahadete ihtiyacımız yok. Duraklama ve gerileme dönemleri için söyleyecek sözümüz yok.
Son dönemlerde kafalarımız biraz karışık. Toplum olarak, uzunca süredir içimize Siyonist-severler tarafından ekilen fitne tohumlarını, nifak kırıntılarını temizleyebilmiş değiliz. Yaklaşık iki yüz yıldır kendimizde değiliz, yani. Kökleri dışarılarda bulunan, bize ait olmayan fikir ve hareketlerle boğuşuyoruz. Tanzimat ve Islahat Fermanları bizi ne doğru dürüst ‘tanzim’ edebildi ne de ‘ıslah’. ‘Tanzim’ ve ‘ıslah’ bozma, yabancılaştırma ve köklerimizden kopma yönünde gelişti.
Özellikle son on beş aydır da içimizdeki hainlerle uğraşıyoruz. Her gün kamuoyuna yansıyan haberlerden ne kadar büyük bir belanın içinde olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. Sürekli üzerimize geliyorlar; beyinlerimizin ve düşünce sınırlarımızın ötesini zorlayarak, ‘bu kadar da olmaz’, ‘bu kadarı da fazla’ dedirttiriyorlar. Başbakanın kızına suikast iddiaları, casusluk, devletin gizli bilgi ve belgelerinin başkalarına servis edilmesi, kendini ‘hoca efendi’, ‘kâinat imamı’ olarak tanıtan bir zekâsızın marifetleri, iş takipçiliği pes dedirtiyor.
En son ‘Kozmik Oda’ işgali ve ülke savunmamızın temel taşlarından son derece mahrem bilgilerin kurulan kumpasla açık edilmesi, belgelerin kaybolması ve milletin harem-i ismetine tecavüz kalkışmaları gün yüzüne çıktı. ‘Bülent Arınç’a suikast’ takibi yapıyoruz maskesi altında asıl suikastı millete yaptıklarını anladık. Ne büyük bir gaflet, ne büyük bir dalalet ve ne de büyük hıyanet. Her türlü kötülük mebzul.
Millet olarak şoktayız. Kalkışmanın boyutlarını gördükçe, gittiği ve gidebileceği noktaları öğrendikçe kaygılarımız artıyor. Arttıkça da kendimizi güvenceye alma refleksimiz gelişiyor. ‘Biz ne yapabiliriz’ deme ihtiyacı hissediyoruz. Bizim de yapabileceklerimiz var elbette. Ama bugün ‘yetkililer ne yapıyor’, ‘ne yapacak’ sorularını konuşalım istiyorum.
Yoksa bizim meselemiz seçim filan değil. O rutin bir süreç. Aday adayları meydanda, kendilerini anlatıyorlar. Karar vericiler de doğru karar vermek için alıcılarını açmış, dikkatlerini doğru adayı belirlemeye odaklandırmış vaziyetteler.
Tavsiyemiz doğru kişileri seçsinler. Asıl meselemiz ve ana gündemimiz olan ‘paralel’leşme çerçevesinde adayları değerlendirsinler. Mutlaka çok değerli aday adayları var. Mutlaka alanlarında başarılı insanlar mevcut. Bütün bu başarılı insanlardan ‘paralele’ kim mesafeli durur, kim mücadele eder, kim dik duruş sergiler sorularına ağırlık versinler.
Zira mücadele yeni başlayacak. Pek çok bakanlık, belediye, üniversite, kamu kurum ve kuruluşuna henüz hiç girilmedi. Örgütün ekonomik faaliyetleri, sınav yolsuzlukları, haksız yere fişleme, lekeleme çalışmaları, kadrolaşmalar, tehditler ve şantajlarla ilgili bir adım atılmış değil.
Şu ana kadar yapılan şey belli kişilerin gözaltına alınmaları, adliyeye sevkleri ve akabinde bir kısmının tutuklanması, belli bir kısmının da serbest bırakılmaları. Bu arada ‘paralelci’ğiyle maruf insanlar üst kademelere atanmaya devam ediliyor. Paralel örgüt ve şirketlerine karşı bir şey yapılabilmiş değil.
‘Yeniçeri Yürüyüşü’ fikrinin burada geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Mücadele stratejisinde belli açıklar var. Mesele bazılarının hiç umurunda değil. Belli kurumlarda bir strateji var mı ondan da emin değiliz. ‘İki adım ileri, bir adım geri’ yaklaşımı nihayetinde ilerleme anlamına gelir. En tehlikelisi ‘bir adım ileri, iki adım geri’. Bazen ‘bir ileri, bir geriye’ de razı olma durumuna getiriliyoruz. Durum çok karışık anlayacağınız. Çok bilinmeyenli.
7 Haziran seçimleri bizim tesellimiz olacak. Seçimde, daha doğrusu aday belirleme sürecinde doğru karar verilirse, gerisi gelecektir. Yanlış insanlarla yola devam kararı alınırsa, o zaman durum vahim. Ama birileri sürekli ‘edebiyatını’ yapıyor. Reklam peşinde. Bu gibi durumlar için İngilizler ‘lip service’ kavramını kullanıyorlar. Yani, ‘dudak hizmeti’. Ağızlarıyla konuşuyorlar, uygulamaya dönüştürmüyorlar. ‘Ağız hizmeti’ yapacak insana ihtiyacımız yok. Süreçte ameli olarak risk alacak, karar verecek şahıslar etkili olacak.
HSYK uyum içinde ve harıl, harıl çalışıyor. Anayasa Mahkemesi bundan sonra işine bakacak. MGK meselenin farkında. Gündemi yoğun. Son olaylardan ve Müsteşarı ile ilgili olmadık söylentiler çıkarıldıktan özellikler MİT’ten beklentimiz konuyu daha fazla ciddiye alması yönünde. YÖK, ÜAK meseleyi mutlaka biliyor.
Bu kurumlar adım atarken hukukun içinde kalmak şartıyla, radikal olmak zorundalar. Korku, çekinme ve ürkeklik herkese zarar getirir. Türkiye bir ‘paralelle mücadele rehberi’ geliştirmek zorunda. ‘Paralel kriterleri’ geliştirilmeden, paralelle ‘al gülüm-ver gülüm’ ilişkileri deşifre edilmeden olmaz. Bu YÖK’te görev yapan için de gerekli, rektörlük görevinde olan için de. Belediye başkanı içinde zorunlu, milletvekili adayı için de.
Bu durumda olanların ‘gözünün yaşına’ bakmadan, görevden alacaksınız. Rektör, başkan fark etmez. Hem de eski sicillerine değil, bugünkü performanslarına bakarak.
Yumuşaklık, çekingenlik mazarrat doğurur. Kararlı olmak lazım. Gerisi teferruat.
Ne yazık ki o ‘kararlılık’ ilgililerde yeterince mevcut değil.