Mehmet Topuz
Mehmet Topuz Yeni Normallerimiz…

Yeni Normallerimiz…

Derken… Yeni; kavramının karşılığını beslemek için en azından eskiyi bilmenin, dinlemenin önem arz ettiği tarihi bir gerçek… Tarihi bir gerçek ifadesini kullanmakta eskimişliğin olduğu anlamını taşımasın. Olaya ya da duruma şöyle bakılabilir… Baktığım pencereden bakmanızı sağlamaya çalışsam ve desem ki; tarihi anlamda vakitsel dilimde bir eskimişlik olabilir. Ya da geçmiş bir tarih gibi düşünülebilir. Fakat tarihsel hafıza her daim yerini korumaya devam edecektir. Eski ve yeni normaller arasındaki farkın, geçen vakitsel bir söylem olduğunu da söylemek, yadırganacak bir durum, olmasa gerek.

Eski bir normal anlayışından yeni bir normal anlayışına evirilen doğa, beşeriyetin yönünü tayin edecek galiba… Çünküsü var elbette bu cümlenin… Çünkü doğanın beşeriyetsel çığlığına insanlık işitsel manada kulaklarını tıkamış gibi gözükmediği halde bir şeyler de hala yerini bulmuş gözükmemekte.

Fikirler elbette değişir. Vakit gelir geçer. Dolu ya da boş kısmı hem bireysel anlamda hem de tarihsel süreçte başıboş bir sürece yöneldiği de görülmüş şey değildir. Süreç vaktin içinde bir çizgide bazen yalpalayarak ve bazende bir düzen de devam edegelmiştir. Ve bu süreç kendi içinde normal ve anormalin eski ve yeni sıfatlarla nitelenmesine neden olmuştur.

Normal neye denir? Normal içinde yer edinen kavram dizgesinin yörede, doğa da ve beşeriyetteki yorumu nedir? Ya da anormal sayılan kavramın bireydeki karşılığına kim değer verdi ki; eşitliğin sağ tarafına geçen sayısının sıfıra yakınlığı ve uzaklığı arasındaki farkın değeri ne idi?

Sorulara tanımsal bir cevap verme gerekliliği duymadığımı baştan ifade edebilirim. Sorduğum soruya cevap verme gerekliliği, normal olan sürece, tuz eklemek gibi olabilir bu başlıkta. Çünkü soru sormak düşünmeye yönelik bir davranışsal bir tutumdur. Ya da düşündürmeye… Doğrudan bir cevap vermek beşeriyetin kendi düşünsel normallerini sekteye uğratma durumu olabilmesi, sonuçta bir yönüyle ihtimale sırtını yaslamıştır.

Konuyu ilerletelim. Yeni normallerimiz derken, belki en başta şunu söyleyebilirim. Bir yaz mevsiminde yaşanmamış olan fakat yaşanma ihtimalinin bir köşede yazılı olup olmadığına bakmadan normal bilmediğimiz bir yağışın bir yörede gök gürültüsü eşliğinde toprakla buluşması olsa gerek.

Yeninin elbette sonu bitmez. Eski de bir yönüyle yenidir. Yeni de elbette bir yönüyle eskidir. Eski hatıralık bir eşyanın da birey nezdinde değeri elbette her yönüyle yeni olabilir. Yeni normaller, ifadesinin içeriksel değerine dair duvarın bir köşesine sağlam bir taş yerleştirmeye çalışmak ve bu yönde bir çaba sarf etmekte beyhude olsa gerek. Kime neye göre normal demektende insan kendisini alamayabilir.

Normalin yeni ve eski değeri üzerinde bir deneme başlığından öteye bir cümle kullanmakta, normalin yeni olanına ve olmayanına yapıcı anlamda bir eleştiriden öteye geçmemesi bu anlamda normaldir. İklimler değişiyor. Vakit ilerliyor ve 21. Yüzyılın içerisinde dünya, normali ve anormali ayırt etme telaşında desem çokta abartmamış oluruz.

Sonuçta, yeni normallerimiz şeklinde bir ifadenin, kapsam geçerliliği raf ömrünü doldurmamış olmasından kaynaklanmadığı ve yeni şeklinde bir kavramın nitelemesine ihtiyaç duymuş olması da şaşırtıcı. Eksik olan kısımlar elbette var. Bir örnek verip konuyu bitireceğim. Güneydoğu Asya da son zamanlarda sel ve taşkın olayları yaşanmaktadır. Kuzey yarım küre için konuşuyorum. Bu gibi durumlarının adeta dünya da kıyamet senaryoları gibi işlenmesi de abestle iştigaldir. Ya da yeni normal şeklinde fırında ısıtılması da doğru değildir. Yaz musonlarının etkisinin unutulmamış olup, unutulmaya yüz tutmuş gibi gözükmesi de galiba yeni normaller kategorisinde…

Sağlıcakla kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Topuz Arşivi