YENİ ANAYASA İHTİYACI VE BİZ
Türkiye, anayasada kapsamlı değişiklikler içeren TBMM kararını tartışıp, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla, onayladıktan sonra 1982 Anayasası psikolojik anlamda ömrünü tamamladı. Bu saatten sonra artık ne yapsanız fayda vermez; ‘kumaş’ ‘yama’ kabul etmez. Değil mi ki toplumun farklı görüşlere mensup ekseriyeti ‘Kesinlikle Evet’, ‘Evet’ veya ‘Yetmez ama Evet’ dedi, bundan sonra atılması gereken en makul adım ‘yeni bir anayasa’dan başka bir şey değil.
Anayasanın meşruiyet kaynağı ‘toplumsal desteği’dir. Bir başka ifadeyle; eğer toplum, anayasanın toplumu bir arada tutmada yetersiz kaldığını düşünürse yapılması gereken şey yeni bir ‘mutabakat metni’ hazırlamak, yani yeni bir anayasa yapmaktır.
Bundan önceki (1876, 1908, 1921, 1924, 1961 ve 1982) anayasaların hiçbiri olağan şartlarda hazırlanmadı. Yeni Anayasa bir ilk olacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile başlayan ‘yeni’ dönem, Çözüm Süreci, uluslararası arenada ortaya çıkan gelişmeler ve dönüşüm, halkın talepleri ve çağın gerçekleri gibi pek çok gerekçe yeni anayasayı bize ‘dayatıyor’. ‘Lamı, cimi’ yok.
Süreçte, toplumsal talepler ‘belirleyici’ olmalıdır, zira Türkiye’de anayasalar şimdiye kadar hep ‘devleti korunmak’ için yapılmıştır, milleti değil. Bu nedenle millete hep ‘uzak’ kalıp, kasten araya ‘mesafe’ koymuşlardır.
Tecrübelerimiz gösteriyor ki devlet, kendini ‘bir şekilde’ korur: Mümkünse ‘olağan’ yollarla, ama olmazsa olağanüstü tedbirlerle. Zira tedbir alacak gerekli ‘araçları’ mevcut. Hâkim, savcı, asker, polis, jandarma, memur, amir, muhtar, noter gibi unvanları taşıyan o kadar çok ‘koruma-kollama’ görevi kendilerine verilen şahıs ve kurum var ki, vatandaşın devleti korumasına hiç mi hiç gerek yok. Yani, devlet ‘bir şekilde’ korunur.
Bunu, mesela, ‘paralel’ meselesi gündeme geldiğinde, HSYK seçimleri vesilesiyle veya diğer ‘müdahalelerde’ hep tecrübe ettik. Devlet belli kişiler, partiler, dernekler, teşekküller, akımlar ‘tehlike’ ve ‘tehdit’ altında olduğunda ‘koruma’ refleksini göstermez. Nitekim 28 Şubat’ı yaşadık, sayısız parti kapatıldı, bireysel ve toplu mağduriyetler ortaya çıktı da ne oldu? Hiçbir şey. Olmazdı da zaten. Sivas, Başbağlar olayları da aynı kategoride. Mağduriyetler yaşandı ve geçti.
Lakin ne zaman devleti ‘ele geçirme’, ne zaman devlete ‘hükümran olma’ durumları ortaya çıktı, o zaman devlet ‘refleksini’ gösterdi. MGK, ‘paralel’i Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne ‘birinci öncelikli tehdit’ olarak aldı. Bu dakikadan itibaren ‘istenirse’ paraleli bitirmek çok kolay artık, kimin paralelle bağlantılı olduğu ispat edilirse, o kişiden hesabı sorulur. Bu kadar basit. Yeter ki istensin. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘inlerine girildi’ ifadesi bu anlama gelir.
Altını çizelim: Şu ana kadar, henüz ‘paralelle’ mücadele başlamadı. Başlasaydı bugün durum böyle olmazdı. Başladığında ne olacağını, birkaç ay sonra, genel seçimlerin akabinde göreceğiz. ‘Paralelciler’, ‘paralel-severler’, ‘paralelle mücadele etmeyenler’, ‘paraleli bahane eden simsarlar’ kendilerine ‘sığınacak mekân’, ‘iltica edecek devlet’ arasınlar.
Asıl mevzumuza dönersek, yeni anayasanın nasıl olması gerektiği konusunda şu ilkeleri ifade etmek yerinde olur: Milleti ‘merkeze’ oturtan, devleti değil; ‘özet’, yani ‘temel uzlaşma noktalarını’ sıralayan, detayları zamana ve millet iradesine bırakan; özgürlükleri temel ilke olarak kabul eden, yasakları istisna kılan; esnek hükümler ihtiva eden, keskin ve dar yorumları bünyesinde barındırmayan; ön şartı bulunmayan, değişmez hükümler içermeyen bir anayasa.
Belki, asıl sorulması gereken sorular şunlar: Bizler bu süreçte neler yapabiliriz? Somut hangi önerileri sunabiliriz? Kimlerle temas kurmalı, hangi araç ve mekanizmaları devreye sokmalıyız? Konya olarak, sağlayabileceğimiz katkılar ne olabilir? Yeni anayasaya zemin teşkil edecek temel evrensel ve insani değerlerimiz nelerdir? Yeni anayasada ne olmalı, ne de olmamalıdır?
Bu soruların tamamı öncelikle yaklaşık iki hafta sonra başlayacak genel seçim sürecinde gündeme gelecek. Aday olmak isteyen memurların istifa etmeleri için son tarih olan 10 Şubat’tan itibaren genel seçim döneminin ana gündem maddesi ‘Yeni Anayasa’ olacak. Ak Parti bunu gündeme getirecek. Türkiye henüz tartışmıyor ama biz bunu bugünden ilan edelim. Seçim döneminde en çok tartışılacak mesele bu.
Dolayısıyla, Başbakanın seçim bölgesi, Konya bu konuya hazırlanmak zorunda. Elinde somut bir öneri ile ülke gündemine oturmalı. Konya STK’ları bugünlerde konuya yoğunlaşmaya başlıyor. 126 STK’nın iştiraki ile oluşturulan Konya STK’ları İcra Heyeti konuyu gündemine aldı. Başkan Latif Selvi ve İcra Heyeti üyeleri yoğun çalışmalar yürütecekler. Önümüzdeki altı aylık dönemde, inşallah, bir öneri ortaya konulacak.
Demokrasilerde seçim dönemleri yeni dönemi planlama dönemleridir. Seçim sürecinde kamuya duyurulan kararlar seçimden sonra uygulamaya konulur. Konya STK’ları bu konuda da öncü olacaklar. Ülke gündeminin belirlenmesine sağduyulu ve pozitif bir katkı daha sağlayacaklar.
Bu dönemde katkı sağlamak isteyen herkese ihtiyaç var. Kendisini ister ‘akademisyen’, ‘araştırmacı’, ‘fikir adamı’, ‘yazar’, ‘düşünür’ veya ‘toplum insanı’ olarak tanımlasın, isterse ‘hareket insanı’ her şahıs ve kurum konuyla ilgili görüşünü mutlaka ortaya koymalıdır. Yoksa, sonra ‘itiraz’ hakkı olmaz.
Uluslararası pek çok başarısı olan sporcu bir ağabeyim, ‘yemekten önce yenen tatlı enerjiye dönüşür, sonra yenense kiloya’ demişti. Aynı şey bizim önerilerimiz için de geçerli: Bugün ortaya konulacak müşahhas fikirler, seçim döneminde ve sonrasında ‘tartışma zemini’ oluşturur; yeni anayasa çalışmaları başladıktan sonra ortaya konulacak fikirlerse daha çok ‘sos’ olur.
Konuyu unutmayalım, unutturmayalım çünkü mesele bizim meselemiz. Problem bizim problemimiz. 28 Şubatta ‘biz’ zarar gördük; Ergenekon bize karşı bir hareketti; paralel bizi hedef aldı; dış mihraklar bize karşı; terör, aşırılıklar bize zarar veriyor; savunmamız gereken irade bizim, öz irademiz.
Konya değerlerini en kısa sürede harekete geçirmeli.
Yeni anayasa konusunda da ‘gündem’ belirlemelidir.