Musab Seyithan
Musab Seyithan Yaz Kursları; “Bizim Oğlan Bina Okur, Döner Bir Daha Okur” Konumundan Kurtarılmalıdır

Yaz Kursları; “Bizim Oğlan Bina Okur, Döner Bir Daha Okur” Konumundan Kurtarılmalıdır

Önümüzdeki Kurban bayramından sonra camilerde, vakıf ve derneklerde yaz kursları, dört ve altı haftalık süreleri kapsayacak şekilde başlayacaktır. Eğitimde süreklilik esastır. Resmi eğitim kurumlarındaki okullardan boşalan çocuklarımız, sivil kurumlarda verilen dini ağırlıklı eğitimle de dinleneceklerdir. Tatil, atalet değildir. Spor, gezi ve farklı eğitim türleriyle zihni canlı tutmak ve bu farklı eğitim türlerinde gezinirken de dinlenmektir.

Yeni dilde eğitim, eski dilde terbiye; hayatın her döneminde insanla var olan bir süreçtir. Belli bir dönemde başlayıp biten bir olay değildir. Terbiye, yükselen bir tertibe uygun olarak, eğitim ve öğretim faaliyetlerinde tedriciliğe dayanan bir planı gerektirir. Çocuk, halden hale, merhaleden merhaleye geçtikçe, eğitim ve öğretim faaliyetleri de değişir. Her dönemin kendine has özellikleri vardır. Çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerini yaşayan insanın, bulunduğu konuma uygun metotlarla daha iyiye ve güzele ulaşması için eğitim ve öğretim faaliyeti ortaya konur.

Eğitim, bilen bir kişinin bilmeyene, doğru yolu göstermesi, onun elinden tutmasıdır.Eğitim, bir şeyi kademe kademe, tedriç ile kemâle erdirmektir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1/64)

İnsan, dünyaya hiçbir şey bilmeyerek gelir. Bu sebeple, hayatta kendisi için gerekli bilgileri sonradan öğrenir. İnsan, aynı zamanda sosyal bir varlık olduğundan başkaları ile münasebetlerini düzenli bir şekilde sağlayacak olan sosyal değerleri de öğrenmek zorundadır. İşte bu faaliyetlerin tümüne, eğitim diyoruz. Ferdin doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına da kültür dersek, eğitimi “Gelişen ve biriken beşer kültürünü, yetişmekte olan nesillere aktarma ve doğuştan getirilen kabiliyetleri geliştirme ve şekillendirme” faaliyeti olarak da tarif edebiliriz. (İbrahim Canan, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye, s.30-31)

Eğitimi, dini açıdan da şöyle tarif etmek mümkündür: “Kulu, dinî ve dünyevî vazifelerini hakkıyla yerine getirebilecek bir hale ulaştırmaktır.” (M. Fuad, Vazaif-i Aile, s.24)

İslam terbiyesi, İslam dininin esaslarına uygun olarak insan fikrinin gelişmesi, davranış ve duygularının tanzimi, fikir ve düşüncede, söz ve fiilde, usul ve nizamda doğru yolu gösterme, dünya ve ahirette mesut olacak ‘İYİ İNSAN’ yetiştirme sanatıdır.” (M. Faruk Bayraktar, İslam Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri, s.6)

İslam eğitiminin bir başka gayesi de, dengeli hareket eden insanlar yetiştirmektir.

Öğretim faaliyeti, düşünce ve duygularımızı tanzim eder. Eğitim faaliyeti ise, aksiyonlarımızı, hareket ve davranışlarımızı yönetir, kontrol eder ve kuvvetlendirmeye çalışır. Dolayısıyla irademizi tanzim eder. Öğretimsiz bir eğitim düşünülmediği gibi, eğitmeyen bir öğretim de düşünülemez. (H. Fikret Kanad, Deneysel Pedagoji, 1/6)

Terbiyevî öğretimde, eğitim ile öğretim, birbirinin tamamlayıcısıdır. Çünkü bilgisiz/öğretimsiz hareket, bizi felakete sürükleyebileceği gibi, aksiyonsuz bilgi de tembelliğe sevkeder. O halde hem bilmek, hem de yapmak gereklidir.

Terbiyevî manada verilen bilginin; işe yaraması, kullanılması, pratik bir mana ifade etmesi gerekir. Duygu ve düşüncelerimize yön vermeyen, irademizi kuvvetlendirmeyen bilgi ve eğitim-öğretim faydasızdır. Terbiyevî öneme haiz olması için bilginin kullanılır olması gerekir. Bu sebeple eğitim ve öğretimde kullanılmayan ve hiç kullanılmayacak bilgilerin verilmesi pedagojik değildir. (M. Faruk Bayraktar, İslam Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri, s.11)

Hz. Peygamber (s.a.v): “İlim, öğrenmekle elde edilir.” (Buhari, İlim, 10), “Eğitim ve öğretim yapan öğretmen ve öğrencinin payı eşittir. (Dârimi, Sünen, 1/95) buyurmak suretiyle, eğitim ve öğretimin değerine işaret etmiştir. Yine, “Faydasız ve işe yaramaz ilimden Allah’a sığınırım.” (Müslim, Zikir, 18) diye buyurarak, kazanılacak bilginin hayatî önem taşımasının, amelî kıymet ifade etmesinin gerekliliğini vurgulamıştır.

Şu halde İslam, işe yaramayan bilginin lüzumsuz olduğu, terbiyevî/eğitsel/pedagojik bir değer taşımadığı prensibini, asırlar önce koymuştur. Ebu Hanife: “Amel, ilme tâbidir. Diğer uzuvların göze tabi olduğu gibi.” (Ebu Hanife, el-Âlim ve’l Müteallim, sh.12) buyurmakla, salt eğitimin veya salt öğretimin noksan olduğuna, biri olmadan diğerinin değer ifade etmediğine dikkat çekmiştir.

Sahabe de bu hususa çok dikkat etmiştir. Onlar ve takipçileri K. Kerim’den bir ayet, bir sure ezberlemişler, öğrenmişler, fakat onu, hareket ve davranışlarına sindirmeyince başka bir ayete, başka bir sureye geçmemişlerdir. Dolayısıyla onlar, ilmi ve ameli birlikte öğrenmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) “İlim, amelin öncüsüdür. Amel ilme tâbidir” buyurmuştur. (İbni Abdil Berr, Camiu Beyani’l İlim, 1/65)

Yaz kurslarımız da bu bağlamda ele alınarak “Bizim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur”a dönüştürmeden, çocuklarımıza K. Kerim’in sahih okunuşunu öğrettikten sonra, verdiği mesajların yaşanması bilinci aşılanmalıdır. Bu gün K. Kerim’e karşı sergilenen üç duruşu şöyle ortaya koymak mümkündür:

  1. Kur’an-ı Sâmit: Suskun Kur’an, özel muhafazalarda korunan Kur’an.
  2. Kur’an-ı Nâtık: Sadece okunan ve okumanın ötesine geçmeyen Kur’an.
  3. Kur’an-ı Mücessem/Kur’an-ı Müşahhas: Yaşayan Kur’an. Ete-kemiğe bürünmüş yürüyen

Kur’an. Satırlardan ve sadırlardan hayata taşınan Kur’an. Bizi kurtaracak olan Kur’an da budur.

İşte “eğitilsin, Kur’an öğrensin” diye cami, dernek ve vakıfların açtığı yaz kurslarına gönderilen çocuklarımıza “Yaşayan Kur’an” bilinci verilmeli ve Kur’an, hayatlarında kalıcı olmalıdır. Hurafeden arınmış, yaşanabilir İslam sunulmalıdır.

Eğitim, mikro planda çocukta şahsiyeti inşa faaliyeti, makro planda da yarınki cemiyeti kurma ameliyesidir. Yarının toplumunu inşa ederken bugünün gençliğini sahih Kur’an algısıyla yetiştirmek zorundayız. Kur’an’ı bir dua ve musiki kitabı değil hayat kitabı olarak algılayıp “yürüyen Kur’an” olan bir nesle ihtiyacımız vardır. Kurs öğretmenlerimizin bu bilinçte olması gerekir. Sizde ne varsa onu verirsiniz. Hoca olarak bu heyecanı duymayan bir eğitimcinin vereceği de şekilden öteye gitmeyecektir.

Ayrıca eğitimde başarılı olmamız için çocuğun seviyesine inmeliyiz. Unutmayalım ki, o erişkin olmadı; ama biz çocuk olduk. Onun yaşlarında neler yaşadığımızı ve neler hissettiğimizi hatırlayıp ona daha iyi yaklaşabiliriz. Yoksa çocuklar bizi "anlamadığı bir dilden konuşan yabancı bir rehber" gibi görebilir.

Ayrıca bu eğitimde velilerimize de büyük görevler düşmektedir. "Kur'ân kursuna gönderiyorum işte. Ben vazifemi yaptım" anlayışıyla gevşemek ve her şeyi kurs eğitiminden beklemek de, çokça düşülen bir yanlıştır. O küçükler, öğrendikleri her şeyi âdeta bembeyaz bir kâğıda kaydediyorlar. Öğrenilenler, akşamları evde takviye edilmeli ki, çocuğun hem anlatım kabiliyeti geliştirilmiş, hem de bilgileri pekişmiş olsun. Şunu unutmayın ki, çocuğunuza yardımcı olabilmeniz için mükemmel olmanız gerekmez, ama samimi olmanız ve ilgi göstermeniz şarttır.

Ebeveynler olarak hem kendimizin, hem yavrularımızın ahireti için, evlerimizi Kur’an okulu haline getirmek zorundayız. Her şey kendi gayretimize bağlıdır. Biz çaba göstereceğiz ve Rabbimizin, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrîm:6) buyruğuna kulak vereceğiz ki, O da halimizi ıslah etsin ve neslimize sahip çıksın.

Son söz olarak deriz ki; veli ve kurs hocası olarak gayemiz, çocuklarımızı, dinî ve dünyevî vazifelerini hakkıyla yerine getirebilecek bir hale ulaştırmak olmalıdır. Vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi