Yaşamı hissetmek
Hissetmek sadece sevgi, üzüntü, nefret, özlem gibi duygular sonucunda mı oluşur?
Yoksa hayatımızın her anı farklı bir his midir, nasıl içimize çektiğimiz her bir nefes bize yaşamamız için bir şans daha veriyorsa, yaşadığımız her an da bize farklı bir hissi tatmak için mi şans sunar?
Bazen zorlanırız nefes almakta, acı çektiğimizi düşünürüz istemsizce, ancak asıl olan tek şey farklı bir hissi tadımlamamızdır. Kendimize göre yalnızca acı çekiyoruzdur, ancak o an tanımladığımız his belki hepsinden farklı, özel bir histir. Nefes almakta zorlanmamızdan dolayı oluşan “farklı his”. Kimimiz için biraz korku, kimimiz için üzüntü, kimimiz içinse yalnızca karmaşa. İşte o karmaşa bu, farklılık. Herkesin korktuğu ancak en değerli olanlardan biri.
Hissetmek bir suç olmasa da, isimsiz bırakmak yaşananları, anıları, onun hissettirdiklerini, suç değil midir?
Her şeyin bir ismi olmak zorunda değildir, ancak her şey -kötülükten başka- bir anlam barındırmayı hak eder.
Her birimizin en yeni dostluklarımızda bile birbirimize ne anlam ifade ettiğimizi sorguladığımız gibi, bize yaşadığımızı hissettiren her bir hissi anlamlandırmak onların ne kadar değerli olduğunu içimizde yaşayan onlara ve o hislerden etkilenen bizlere yansır.
Bizler, var olduğumuzdan beri hislerimizle yaşar, ölene kadar da onlarla beraber oluruz. Bizler hislerden oluşuruz ve bunu anlamadan hislerimizi kaybetmek, yaşadıklarımızın yaşanmış olduğu gerçeğini önemsettirmez, kim olduğumuzu anlayamadan dünyaya tutunmaya çalışan parmaklarımız kayıp gider.
İşte bu yüzden:
Yaşamak, akıp giden zamanı takip etmek değildir. Zaman damlaları akıp gidecektir elbette. Önemli olan hissettiğimiz her şeyin eşsizliğinin farkına varabilmektir. Farkına varıp her bir anı yeniden tadımlamak için çabalamak.
Duyguların herkes için özel olduğu gibi, bizim de kendimizin değerli olduğumuzu anlamama çabamızdır.
Yaşamak, çabadır. Kimi içinde verir çabasını, kimi dışında. Ancak en sonunda çabasıyla savaşır insan, gerekirse kendiyle, gerekirse dünyayla.