Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Yarışmalar da olmasa

Yarışmalar da olmasa

              İnsan rekabet etmek istiyor, kazanmak birinci gelmek filan. Yarışmanın insana verdiği bir haz var evet. Güçlü bir his o dereceye girmek, ödül almak vs. Tüm bunlara eyvallah nitekim hiçbir maça kaybetmek için çıkmazsınız…

              Yarışmada olmak kadar yarışanları izlemek de keyifli bu da tamam. Tüm bunları kabul ediyoruz, hayatın içinde hepsi var. Tadında, hoşluğunda oldukça hayatın gülümseyen tarafları bunlar. Sanırım birçok şeyde olduğu gibi bunun da tadını, dozunu, ayarını kaçırıyoruz.

            Televizyon ve sosyal medya bu yarışmalar mevzunu kendine nasıl da malzeme yaptı ve nasıl da meze yerine sundu gözümüzün önüne. Eşiyle, dostuyla, çocuğuyla, yalnız başına, ailecek cümbür cemaat herkes bir yarışma programına katılma peşinde.

            Önceleri bilgi yarışması olurdu soruların ve bilginin öne çıktığı birazcık kültür ağırlıklı gibi… Geldiğimiz yer; ya hu adamlar düğünlerini yarıştırıyor. Baya bildiğiniz düğün yarışması… Hangi düğünde ne takıldı, kaç saat oynandı, gelin ne yaptı, damat nasıl kıvırdı, pasta nasıl kesildi… Kimin düğünü kimin düğününü döver? Ben mi abartıyorum yoksa! Sahi hangi gelin hangi delikanlı en özel ve en mahrem anlarını neden yarıştırmak ister, neyin amacını güder, ne bekler?

            Yemeklerimizi yarıştırıyoruz, nimet ve bizim için manevi anlamı özel olan sofra üzerinden giydiriyoruz birbirimize. Yeni evli gençler kamera önünde hopluyor zıplıyor şekilden şekle giriyor.  Binlerce kişi izlerken onları birçok evli çiftin birbirlerine söylerken utanıp kızardıkları cümleleri güya “gaz vermek” için söylüyor.

            Kuaförler yarışıyor, saçlarını kesti diye ağlıyor konuklar ve diğer aday zevk alıyor bu durumdan. Üzerine giydiği elbiseyi beğendirmeye çalışıyor bir genç kız, zevk ve estetik denen kaygı hiç bile. Öteki, yemeğin yanına salata yapmadı diye azar işitiyor, yerden yere vuruluyor ve bundan mutlu oluyor.

            Basit, içi boşaltılmış, sığ ve vakit dolsun diye çekilen tüm yarışma programlarının tutunduğu ana tema; yarışmacıların birbirleri ile olan kavgası… Kaba tabiriyle ki bizim dilimizde asla yeri yoktur, kim kimi ne kadar gömdü kavgasından daha doğrusu yarışmasından başka ne var bilemiyorum.

            Ortaya konulan ödüller mi bu kadar çekici ve cazip? Bir ihtimal… Lakin asıl arzu ve hedef görünür olmak, bilinmek ve meşhur olmak. Özellikle şarkı yarışmaları, sportif yarışmalar kolay yoldan şöhrete kavuşma fırsatı olarak görünüyor. Hal böyle olunca yarışmacıya ne deseniz ne yapsanız ne kadar azarlayıp aşağılasanız “oh ne iyi” havasında karşılanıyor.

            Yarışmalar esasen güçlünün, otoritenin varlığını, gücünü hissettirmek için bir araç… Özellikle para veren ve bunu bir bedel karşılığında vereceğini söyleyen gücün sahibi, muktedir olmanın ağırlığını hissettirmek istiyor. Güler yüzlü sunucular, yarışmacıdan yana görünse de program sahipleri ve parayı verenler verdiğinden çok daha fazlasını kazanmış oluyor. Bu mevzu sosyolojik bir inceleme alanı olarak bekliyor henüz.

            Yarışma programları toplumsal yapı, aile içi iletişim, ahlak kuralları gibi değerleri çok da takıyor değil. Yarışmacıların birbirlerine hakaret edip ezdikleri ya da her türlü olgu ve değerin yarışmaya konu edildiği programlarla eğlenir olmak nasıl ve ne ara vakit geçirme aracı oldu bu toplumda?

            Yarışmanın aslı hayırda olanı idi oysa… Misal Kurban Bayramı hayırda yarışmak için ne güzel fırsat, bereketli bayramlar efendim.

 

           

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi