YAKLAŞAN SEÇİMLER, ARTAN PROVOKASYONLAR
Türkiye’nin, yeni bir döneme girdiğini ifade etmek için elimizde yeterince delil mevcut. En azından, bundan sonraki iki aylık dönemde yeni ‘olaylar’, ‘gelişmeler’, ‘ittifaklar’ ve ‘planlar’ devreye girecek.
Son söyleyeceğimizi ilk söyleyelim: Hepimiz bu süreçte uyanık olmalı, bu arızi, kökü dışarıda, haince girişimlere karşı duyarlı bir şekilde hareket etmeliyiz.
Takriben 15 ay önce siyasi partiler, yaklaşan yerel seçimlerle beraber Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri de beraberce planlamışlardı. Zira çok kritik bir döneme giriliyordu; birinci seçimin galibi büyük ihtimalle diğer ikisinin de muzafferi olacak ve Türkiye’nin 2023’e giden yolunda görev alacak kadroları şekillendirecekti.
Ülkemiz Ak Parti devr-i iktidarında elde ettiği son derece önemli başarılarla belli bir eşiğe ulaştı. Önümüzdeki dönemde, seçmenin kararı ya ‘istikrarı’ devam ettirecek ya da ‘geriye dönüşün’ yolunu açacak. Ülkemiz ‘take off’ aşamasını geçti, havalandı. Ama henüz ‘kemer ikaz ışıkları’ sönmedi. Belli bir irtifaya ulaştık, ama uçacağımız rotasına henüz giremedi. Ama çok az kaldı.
Son bir yılda yaşadığımız seçimlerden ilk ikisi Ak Parti’nin beklentileri ve planları doğrultusunda sonuçlandı. Başbakan Erdoğan’ın liderliğinde ve daha 17 - 25 Aralık gölgesinin devam ettiği bir dönemde art arda girdiği seçimlerden başarılı bir şekilde çıkan parti, hedefini genel seçimlere yöneltti.
İki seçim ‘normal’ denemeyecek şartlarda tamamlandı. ‘Paralel’ yapılanmanın orkestra şefliğinde yürütülen ‘kara’ propaganda ve ‘girişimler’ tutmadı. Millet tercihini yaptı. Sonuçlar Siyonist-sever ‘Paralel’ medyanın kaybını perçinledi.
Nihayetinde bugüne değin, yani genel seçim arifesine kadarki gelişmeler Ak Parti’nin önceki seçimlerde vurguladığı ‘Kaderin üstünde bir kader’ öngörüsü doğrultusunda gerçekleşti. Bu seçim öncesi ciddi provokasyonlar bekleniyor(du). Öncekilerde müdahil olan mihrakların boş boş oturup, mukadder sonlarını beklemelerine ihtimal verilmiyor(du).
Düğmeye geçtiğimiz hafta bastılar. Tam da en kritik zamanda: Cumhurbaşkanı yurtdışındayken; Çözüm Süreci’nin en hassas safhası olan terör örgütünün silah bırakma kararını açıklamasını beklerken; milletvekili listelerinin YSK’ya teslim edilmesine ramak kala; Ortadoğu üzerindeki oyunların bir uzantısı olarak Yemen’de yeni cephe henüz açılmışken.
Liste çoğaltılabilir…
Benim en fazla dikkatimi çeken olay eylemlerin tamamına yakınının Cumhurbaşkanı ya yurtdışındayken ya da yurtdışından misafirler Türkiye’de iken gerçekleşiyor olmasıdır. Gezi olayları Cumhurbaşkanı yurtdışındayken gerçekleşti. 17 Aralık Şeb-i Arus törenleri için O Konya’da, yurtdışından pek çok misafirle beraberken, elektrik kesintileri ve savcımızın şehit edilmesi gene O yurtdışındayken düzenlendi.
Zannımca temel amaç ülkede bir kaos havası oluşturmak, oluşan havanın dünyanın her tarafına uluslararası medya aracılığıyla yayılmasını temin etmek. Tesadüf değil yani. Boşuna değil Gezi olaylarında CNN, BBC, El-Cezire gibi kanalların önceden bölgeye konuşlanmaları, canlı yayın araçlarını hazırlamaları ve kameralarını ‘gerçekleşecek’ olaylara çevirmeleri. Avcı misali, ‘düzenekleri’ kurup, ‘avı’ beklediler. Çadırları yakma emrini veren ‘paralel’ hainlerin işaretiyle de hepsi birden ‘harekete’ geçtiler.
Malum ‘odaklar’ Tayyip Erdoğan’ın ülkede veya siyasetin başında olmadığı dönemlerde parti içinde çıkabilecek kargaşa ve kafa karışıklıkları üzerinden politika ‘dizayn’ etmeye çalışıyorlar. Fitne – fesattan medet umuyorlar.
MİT Müsteşarının ifadeye çağırılmasının tam da onun ameliyata gireceği ana ‘denk’ getirilmiş olması gene bilinçli idi. Zira tüm planların hedefinde Erdoğan bulunuyor. ‘Onu bir alt etseler, gerisi kolay’ diye düşünüyorlar.
Gezi olaylarında maalesef bazı ‘devlet’ adamı ve siyasiler iyi sınav veremediler. Kimi sokakları terörize eden millet düşmanlarından ‘özür dileme’ pozisyonuna düştü; kimi onları ‘anladığını’ açıklama yarışına girdi; kimi de doğrudan onların yanında ‘saf’ tuttu. Bunların tamamı Ak Partili siyasetçiler tarafından yapıldı.
Fakat krizlerin en faydalı taraflarından biri ‘iyiyle-kötüyü’, ‘doğruyla-yanlışı’ ayırt etme imkânı sağlamasıdır. ‘Çürük yumurtalar’ın bir kısmı bu olaylarla temizlendi, bir kısmıysa yarın açıklanacak listelerle temizlenecek.
Son olayları tüm bu oyunların bir parçası olarak değerlendirmeliyiz. Elektrik kesintileri, savcının şehadeti, İstanbul Emniyeti’ne, Ak Parti teşkilatına, Fenerbahçe otobüsüne silahlı saldırı türü girişimlerin aynı mihraklar eliyle yönlendirildiğini düşünmek için yeterli nedenimiz var.
Olayların taşeronu olan örgüt, PKK’nın ‘çatışmasızlık’ kararı almasından sonra ortaya çıkan boşluğu doldurma rolünü üstlenmiş.
Bu düzlemde iki kesim bizi şaşırtmadı: Bir kısım medya ve ‘sözde’ sanatçıların yaklaşımları. Tam da terör örgütünün istediği şekilde davranıyor, bir taraftan onların propagandasını yaparken, diğer taraftan sadece adalet dağıtan yargı camiasına değil, tüm topluma korku tohumları ekmekle meşguller.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu tür yayın organlarına serbestlik tanınmaz. Toplum, temellerine dinamik yerleştirilmesine izin vermez. Vermemesi gerekir.
Ya ‘sözde’ sanatçılara ne demeli? Hem bu toplumdan besleneceksin hem de toplumu ve değerlerini ayaklar altına alacaksın? Topluma küfredeceksin! Bunu da kabullenmemiz mümkün değil.
Sözüm milletimize: Bu tür hainler konusunda uyanık olma zamanı. Onları iyi tanımalı ve tanıtmalıyız. Provokasyonlara gel(e)meyiz. Gündelik politikaların peşine takıl(a)mayız.
Ama gerektiğinde tavrımızı meşru yol ve yöntemlerle ortaya koyabilmeliyiz. TV kanalları, haber portalları, medya organları, belediyeler bu ‘sanatçılar’ konusunda daha duyarlı olsalar iyi olur. Gündeme taşımasınlar bu alçakları.
Dik durarak ve bilinçli olarak, son bir gayretle daha müreffeh, daha adaletli, daha özgür bir Türkiye’nin kapılarını aralayabiliriz.