‘VURUN AKADEMİSYENE’
Son dönemlerde Türkiye’de, okuyan, yazan insanlara karşı bir duruş gözümüzden kaçmıyor. Belli mihraklar akademisyen ve öğretmenlere karşı bilinçli olduğuna inandığım tavır ve hareketler içine giriyorlar. Toplum nezdinde bu kesimleri ‘itibarsızlaştırıcı’ dedikodular yayılıp, kampanyalar yürütülüyor.
Medya buna aracı oluyor. Televizyonlar, gazeteler, web siteleri vs. sürekli olarak ‘akademisyenler bu işten uzak dursun’, ‘öğretmenleri karıştırmayın’, ‘imamlara bu iş teslim edilemez’ türü tezviratlar yayıyorlar. Yadırgadığımı ifade etmeliyim. Bu meslek mensupları taammüden karalanıyor. Yeşilçam filmlerinde siz hiç iyi imam gördünüz mü? Önce imamlara taktılar, sonra öğretmenlere, şimdi ise akademisyenlere.
Bir akademisyen olarak bu tavırlardan rahatsızım. Hiçbir kamu görev ya da makam beklentimin olmadığını herkes biliyor. Bürokrasi ve siyasetten ırağım. Uzunca süredir yazmayı düşünüyordum ama birileri ‘acaba milletvekili mi olmak istiyor’ der diye yazamamıştım. Bugün o itham için şartlar hazır değil. Milletvekili olmak için talep süresi doldu. Artık yazabilirim.
Geçen akşam radyoda Sabah gazetesi yazarı olduğunu öğrendiğim kendini bilmez birinin yorumları beni çok rahatsız etti. Aynı şahıs farklı televizyon kanallarında hükümeti ve Ak Partiyi ‘canla başla’ savunuyor. Araştırdım, geçmişi pek sağlam değil. Her yerde bulunmuş. En son ‘tarafının’ ne olduğu iyice gün yüzüne çıkan pespaye bir gazete yazıyormuş. Verip, veriştiriyor; katıp, katıştırıyor. Medya emrinde olduğu için o özgürlüğü var. ‘Kerameti kendinde menkul’.
Utanmadan akademisyenlere laf ediyor. ‘Siyasetten uzak tutun bunları’ diyor. ‘Siyasette terzi, kasap, manav etkili olsun’ ifadelerini kullanıyor. Anlıyoruz ki derdi ‘terzi, kasap ya da manav’ değil. Biliyor ki esnafa siyasette yer yok. Bir dönemde Yıldırım Akbulut için aynı kafa ‘hal müdürü’ ifadelerini kullanarak güya tahkir etmeye çalışmıştı.
Amaçları Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ‘kuşatma’. Etrafındaki nitelikli insanları bertaraf etme. Bir başka ifadeyle nimetlenme. Karar vericilerin ekiplerinde yer alan zeki ve kapasiteli insanlar uzaklaşınca, bunlar ‘merkeze’ doğru daha da yaklaşacaklar.
Unutur göründükleri şey Başbakanımızın bir akademisyen olduğu. Hem de çok iyi. Teorisi var. Kitapları var. İlkeleri var. Yakın çevresinde bulunanların çoğu gene akademisyen. Ak Partinin son 13 yılda başardığını söylediği, övündüğü hizmetlerin tamamına yakınının başında veya yanında akademisyenler bulunuyor(du). Eğitim, sağlık, ekonomi, dış politika dört temel alan. Sadece birkaç isim sıralayalım da meramımız anlaşılsın: Recep Akdağ, Beşir Atalay, Nabi Avcı, Numan Kurtulmuş, Mustafa Şentop, Yasin Aktay, Hüseyin Çelik, Yalçın Akdoğan, Burhan Kuzu, Emrullah İşler, Nazım Ekren, Ömer Dinçer, Abdullah Gül.
Muhalefet farklı mı? Eleştirenler bulunsa da bence (akademisyen) Dr. Devlet Bahçeli başarılı bir siyasetçi. MHP bugün siyasetin bir parçası. Aşırılıklara prim vermiyor. Siyasetin gereklerini ifa eden, oyun kuran bir aktör haline geliyor.
CHP’de (akademisyen) Doç. Dr. Deniz Baykal bence daha başarılı idi. En azından ilkeleri ve söylemleri vardı. Duruşu netti. Öngörülebilirdi. Kılıçdaroğlu güven vermiyor. Muamma.
İtibarsızlaştırma kampanyalarını yürütenlerin üzerinde durmadığı nokta akademik camiada, diğer alanlarda olduğu gibi, iyi ve kötülerin bulunduğu. Ama genel anlamda herkesin kötülenmesi, karalanması, ‘akademisyenden bir şey olmaz’ denilmesi kabul edilebilecek bir durum değil.
Evet, akademik camiada ‘kötüler’ var. ‘Eksikler’ bulunuyor. Ama çoğunluğun kalitesine kimse bir şey diyemez. Toplumu ‘bileşik kaplara’ benzetirim. Esnaf, sanayici, bürokrat, medya mensubu, avukat, köylü, imam, öğretmen, hâkim, savcı, polis, bekçi, mühendis ne kadar iyiyse akademisyen de en az o kadar iyi. Siyasetçi de toplumun bir hülasası sonuçta. ‘Nasılsanız öyle yönetilirsiniz’.
Ne yazık ki bu söylemler belli makamlarda destek bulmuşa benziyor. Barolar Birliği Başkanı çıkıp mesnetsiz bir konuşma yapıyor, Cumhurbaşkanımız profesörlere laf ediyor. 17 Aralık sonrası belli kurullara seçilenler taraflı kararlar verince Cumhurbaşkanımız gene profesörlere kızıyor.
Oysa yanlış yapanlar sadece profesörler değil. Belki yüzdeye vursanız azınlıkta bile kalırlar. Lakin onlar üzerinden bir kampanya yürütülmesi için birileri canhıraş bir şekilde gayret sarf ediyorlar.
‘Profesörlüğünün’ gündeme getirilmesinde danışmanların ve medya mensuplarının etkili olduklarını düşünüyorum. Yanlış yönlendiriyorlar. Yanlış bilgi veriyorlar. Niye unvanını gündeme getiriyorlar da hukukçu, avukat, mühendis demiyorlar?
Benzer senaryoları Osmanlının son dönemlerinde de gördük. İlmiye sınıfı gözden düşürüldü. Etrafı ‘pratik’, ‘pragmatik’, ‘laf ebeleri’ kapladı. Yükselme döneminde ise tam tersi bir durum söz konusu idi. Şeyh Edebali, Molla Gürani, Akşemseddin etkisi kaybolunca, Devlet-i Aliye terakki arzusunu ve ihtişamını kaybetmiş, ‘yükseltici aşk’ yerini ‘çürütücü taklitçiliğe’ bırakmıştı.
Siyaset ve idare boşluk kabul etmiyor. İlim erbabı ortadan kalkınca, yerini ‘o anda orada kimler varsa’ onlar dolduruyor. ‘Medya fareleri’ bunda çok mahir. Girmedikleri delik yok. Karar vericilere çok yakın olmaya çalışıyor, başarılı olunca da ‘dışarıda’ kalan ve meseleleri etraflıca ve eleştirel biçimde değerlendirebilen insanları bertaraf etme gayretine giriyorlar.
Bundan akademisyenler, öğretmenler hatta imamlar nasibini alıyor. Herkes kendini din, eğitim ve öğretim adına konuşmada yetkin hissediyor. Bu alanlar herkesin birkaç laf edebileceği alanlar. Tıkandıkları yerde ‘eğitim şart’, ‘din elden gidiyor’ diyerek topu taca atıyorlar. Daha ileriye gidemiyorlar.
Eğitim, öğretim ve din ‘itibarsızlaştırıldığı’ zaman toplum bindiği dalı keser.
Bizden uyarması…