İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Umuda, zifin çiçeğine, uzaklara selam olsun.

Umuda, zifin çiçeğine, uzaklara selam olsun.

Fıtri ve kadim olana karşı, farkında veya değil, her ne şekilde olursa olsun direnç göstermişsem, zaman içinde, bu durum beni silindir gibi altına alıp ezmiş. Nasıl ki mevsimler, binlerce yıldır kendi sıralarını takip ediyor, nasıl ki kar ve yağmur, hiç değişmeden aynı şekilde yağmayı sürdürüyor, nasıl ki güneş aynı şekilde doğup batıyor… Tabiatta her ne varsa insanda da var… Sanki –kendi adıma- ben bu sırayı değiştirme cabası içinde olmuşum. Güneş üzerime doğuyor, ben yorgunluğuma, miskinliğime, bereketsizliğime boşuna cevap arıyorum. Bir hocamıza sormuşlardı: “Hocam, sabah namazına nasıl kalkacağız? Hocamız gülümsemiş ve manidar bir cevap vermişti: “Müslüman gibi yatarsanız kalkarsınız!”
 
XXX
 
Günlerdir aklımda, eskiden de kullanırdım, gönlümde şöyle bir durum dönenip duruyor. İnsan suya benziyor. Yakın ilişkide olduğumuz insanlara doğru aktığımızda, kimileri çayır çimene dururken kimileri de bataklığa dönüşüyor. Bu durum, yine yakın çevremizde olan insanların bize dönük akışları içinde aynı. Bize doğru akıyorlar ancak bu akan su, bizde çayır çimene dönüştüğü gibi bataklığa da dönüşebiliyor. Birilerini suçlamak kolay, insan önce kendine bakacak, kendini sorgulayacak. Konu sevmek değil; konu sıkıntı vermemek, konu insanlık.
 
XXX
 
Sevebildiğim kadar çok insanı sevmem gerektiğini biliyorum. Sanki bazı insanları çok eskilerden beri seviyor gibiyim. Dinleyebilirsem, dinleme erdemi gösterirsem herkesin birçok hikâyesinin olduğunu anlıyorum. Çok konuşanın çok hikâyesi olmuyor. Çok hikâyesi olanın da çok konuşması gereksizlik. Umarım yazdıklarım konuşmaya sayılmaz! Asıl diyeceğimi diyemedim bir türlü. Kalsın. Çok okumak değil okuduklarımızdan anlam çıkarmanın olduğu yerdeyim. Bir gülüşten, bir çiçekten, yağmurdan, yazılanlardan, susmalardan, sarılmalardan, tınıdan, hissedişten, su birikintisinden… Tekrar başa döneyim. Tebessümün sadaka olması. Gülüşünde çiçek yetiştirecek bahçıvan… Yüzünü dökerek sarılacaksan, gülümseyerek uçurumdan at beni! Gülüşünü esirgeme benden!
 
XXX
 
Dünya ile ilişkimi kesmiş veya kesecek değilim. Ancak meczuplara yakın bir duruşum olsun isterim. Onlarca şeyi -iyi niyetle- isteyip hemen hepsini eksik, yarım yamalak bırakmaktansa küçük, basit ve sıradan olanı hayatına katmayı daha anlamlı buluyorum. Basit ve küçük. Küçük ve sevimli. Bir elbise gibi, -görünen, gösterilmeye çalışılan, bağıran bir elbise değil- üzerime giymek. Bir selamı, yazıyı, davranışı, konuşmayı ve susmayı. Çok konuşmamızın içini -birbirimizi anlamaya çalışmak- gibi bir aptallıkla doldurduğumuzu düşünüyorum. En baştaki kanaatlerimiz hemen hiç değişmiyor. Zorluyoruz. Acaba açık bir kapı bulur muyuz derdi taşıyoruz. Gevezeliği seviyoruz. Kendimizi anlatmaya maharet sayıyoruz. “Seni anlamak istiyorum” diyen kulaklarından ziyade gönlünü açar. Gönlünü açanlar elini kaldırsın. Bir, iki, üç, dört... Bir elin parmağından az!
 
XXX
 
Haklı ve haksız kelimeleri -kavramları gereksiz değil elbet. Ancak geldiğim yerde -yaşta- haklı veya haksız olmayı umursamıyorum. Aklım başımda. Elbet ki haklı olmak isterim. Ancak haklı olmanın yanında mutlu da olmak istiyorum. Haklı ve mutlu olmak zor. Kolaylaşması ise daha az tartışma, riyasız bir sabır ve samimiyet kokan bir suskunlukla, fedakârlıkla mümkün. Ütopya değil, isterim ki bundan kelli "haklı" ve "haksız" kelimelerini bile kullanmayayım. Bu kelimelerin üzerinde niye bu kadar durduğuma gelince, en sevdiğim ve derinleştiğim insanlar -ki üçü beşi geçmez- ile hiç yaşamadığım bir duygu olmuştur haklı ve haksız olmak. Kiminle, nedeni ne olursa olsun, haklı haksız tartışmasına girmişsen duvarımdan bir taş eksildiğini görüyor ve üzülüyorum. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri yazdığımın farkındayım. Günlüklerimin bir yerinde yine yazmıştım. Güzellik zorlayan, güzellik belirleyen, güzellik rahat vermeyendir. Güzellik dünyanın tepesine çıkıp oradan yeryüzüne bakmak gibidir. Sonra daha aşağılardan dünyaya bakar, yine keyif alır insan ancak içimizden bir seste kulağımıza fısıldar durur: Bu dağın bir tepesi de var. Hepimizin tepesi, hepimizin güzel kavramı, hepimizin sorgulama biçimi farklı. Hayır, murad ederek anlatalım fakat değiştirmeye çalışmayalım. Bize düşen bu farklı algı ve edinimlerimize rağmen bir arada adil, merhametli ve kardeşane yaşamaya çalışmaktır. Kalbimizin ne çok odası, açlığı ve epeyce bir saklısı var! Kimsenin kalbine dokunmaya çalışma adamım -dokunamazsın da zaten- çünkü kalpler Allah'ın elindedir. Bana düşen bildiğim şekliyle güzel söylemektir, sonrası beni ilgilendirmemeli.
 
XXX
 
Evine üç yüz metrelik uzaklıktaki okuluna arabayla giden çocukların tavuktan korkmasına şaşmamak lazım. Günü bismillah, günü dua, günü seherin yeliyle karşılayanlara selam olsun... Mimoza çiçeğini ve yaylaları sevenlere... Az sözle çok söyleyen ve varlığı zenginliğimiz olanlara... Umuda, zifin çiçeğine, uzaklara selam olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi