Ufukların Gizinde Açığa Çıkan Denizler
Okyanuslara gömüldüm, yeniden. Denizlerin ardından, bu sefer okyanuslara. Sahil kenarı değildi burası, ne kıyıda dalgaların ardında bıraktığı beyaz köpükler ne kenarlarda konumlanmış olan çok da uzun sayılmayan kayalıklar vardı. Kendi adımlarımla bırakmamıştım benliğimi buraya, elime yapışan bir dolu kum tanelerine veda etmeme gerek kalmamıştı, ne deniz kabukları görmüştüm derime yanlışlıkla batan, ne dokunmaya çekindiğim yosunlar. Bir akrebin zehrinden çekinmeyen denizin, korktuğu yosun tarafından sarmalanması gibi talihsiz olayların benim için tekrar etmesini istemiyordum. Özgürlüğün ne olduğunu anlamlandırmaya çalıştığım bu pus dolu yolculukta, ufku göremediğim ve bunu kendim istediğim halde acizce gözlerimle hâlâ arandığımı fark etmemin utancını gizlemeye çalıştım, okyanusun tuzlu sularına gömdüm kafamı, uyanmak için.
Doğrusu, uyanmak neydi, onu bile bilmiyordum. Teeddüp ettim, su altında kapadığım gözlerin bir daha açılamayacağına dair olan varsayımları okyanusun sularına bırakıp, dalgaların onları bir yere ulaştırmalarını diledim. Nihayetinde hiçbir zaman,ismini yaşatmak isteyenlerden olmamıştım. Bana başka insanlar tarafından yapıştırılmış, bir çeşit damga gibi üzerimde kalmış o sözcüklerin ahenksiz dizilişi, gerçek anlamına kendimi adadığım ancak hitap edildiğim şekline itibar etmediğim, anlamsız, sebepsiz, tanımsız, aidiyetimin dışı olan kavram. En ötesinde, ufka yelken açmaktan korkan, onu görmenin hissiyatının yarattıklarından bir yara almaktan sakınan, ihtiyatlılığını yitirmiş ancak yine de kurtulamamış olduğu oncalardan, umutlarınsa asla onun için anlamlandırılmadığını bilerek eyleme geçmenin korkusunu duymamış “o” kişi olarak anılmamı engelleyen o büyük Samanyolu…
Kulaçlarımı hızlandırdım, onun çizgisine ulaşmak için, beni görünmez yapacak o tek an için, umutların okyanuslarda yeşerdiğini, ufuklarınsa denizlere hiç ait olmamış olduklarını idrak ettikleri o anı ölümsüzleştirmek, arsenikten ibaret eskimiş vücudumun ikizi olduğu dalgalara karışışını hissetmek ve aynı zamanda bir yudum nefeste can taşımak adına, hızlandım.
Vedama üzülmedim, maviliklerde kaybolmak, korkudan değil hem de, bir amaç uğruna kaybolmak ne yüce şey! Hem kendimde değil de geniş gönüllü kolların içerisinde daha derin nefeslere ulaşabilmenin onurunu tadabilmek, kendi derinliklerimde bile alamadığım o taze ve gerçek koku, herkese en iyiyi sunmanın küçük miktarda kibiri, özüne dönüş, öz bir gürlüğün içinde dolup taşışını durduramamanın kıpırtısı, bu suların hep senin şarkını söyleyeceklerini bilme durumu, yetmez miydi?
Hem ben böylesine kötü bir var oluş simgesinin ta kendisiyken, herkesi niyetine ulaştırmak yerine gözyaşları döktürmüşken geride bıraktırdıklarıma, benim sularıma adımladığını göremeyen, dalgalarımda çırpınan martıların sesini duyamayanlara etmişken onlarca kez ihanet, bir af uğruna, ufuk için kurban etmem kendimi, yeterse, ne sevinç dolmalıyım ama…
Ne de olsa ufuklar çırpınışların ve derinlerin; umutlar naraların, okyanuslarsa farklılıkların seslerini duyamazlar. Ve denizler, ne yazık ki onlar yalnızca ufukları ve sonları duyar. Umutlardan arındırılmış suç mahallerinden ibaret olan su birikintileri yalnızca acıyla bu gerçekliğe veda ettirdiklerinin cesetlerini dinlemeye çaba sarf ederler. Hepsi hareketsiz ve hayata devam edemeyecek nitelikte olacak diye bir kaide yoktur, bazısı zihnini öldürür bazısıysa kalbini, bazısı yaşadıklarını öldürür su yüzeyinde, bazısıysa umarsız çabalarının sonuçlarının ne olacağına dair fikirleri.İnsanlar fark etmese de denizler tutar onların sırlarını güven dolu bir edayla.
Ama kimse saklamanın yükünü yalnızca kendi omuzlarında taşımaz,denizler parça parça akıtır bu önemli bilgileri dalgalara, o duyumlar olmasa dalgalar nasıl yaşar? Budur onların varlık temeli.
Bense şimdi, adamıştım kendimi, tüm bu suçların kefaretinin sebebi olmak için denizlere. Gömerken kendimi enlere, kapadım gözlerimi sessiz bir melodiye,ene, derine,daha da ene, daha da derine, en ene, en derine…
Aralanan şeffaftan gözlerimle baktım etrafa, umudu gördüm çevrede konuşurken, okyanus için atması gereken kalbi buralarda mı çürüyordu yani?
O an ilk ve son kez duydum sesini, narince uyandırışını beni, vazgeçenlerin dünyasından uyandırılmış halimle arafın kollarında yatan bedenime çevirdim gözlerimi,izledim, damlalarımın yenilenmesini, gerçek olmamı, akmamı onun kollarından süzülürcesine, fark edişimi…
Denizlerin ufuklar gözüktükçe asla kaybolamayacağını ve isteseler de kaçmak istedikleri sonsuzluğa ulaşmanın gerçeğe sarılabileceğiniz biri olduğu sürece olası ihtimali kalmadığını tanıyışı olacak, onların.