TÜRKİYE’DE PRAGMATİK SİYASET DÖNEMİ KAPANDI
Türkiye’de taşlar yerinden oynadı. Dönem değişiyor, statüko kaybediyor. Eski alışkanlıklar değişime bigâne kalamıyor. Yeni dönemin en önemli unsuru siyaset ve toplumsal ilişkilerde değer, ilke ve temel prensiplerin ön plana çıkması şeklinde kendini gösteriyor. Siyaset tabii mecrasına giriyor, halka ‘hizmet sanatı’ haline dönüşüyor. Tam da olması gerektiği yönde, yani.
Şimdiye kadar siyasete uzak durmayı tercih eden kesimler siyasete güven duyar hale geldiler. Devleti, hükümeti ve kamu politikalarını kabulleniyorlar. Farklı toplumsal kitleler kendilerini yeni bir pozisyonda konumlandırıyorlar.
On yıllardır devam eden terörün bitme noktasına gelmesinde ve şimdiye kadar devlete mesafeli duran farklı siyasi ve sosyolojik kesimlerin aradaki buzları eritmesinde bu bakış açısının önemli bir yeri var.
Nasıl olmasın ki? Her on yılın rutin bir pratiği haline gelen darbelerin yerine halka dayanan talep ve uygulamaların ikame edilmesi azımsanamayacak bir gelişme. Kamu politikası aktörlerinin konumları değişiyor: Asker olması gereken konuma kayıyor; bürokrasi gerçek fonksiyonlarına yöneliyor; yargı normalleşiyor. Bütün bunlar son derece olumlu gelişmeler.
Bu aslında 2000 sonrası dönemde dünyada yaygın şekilde kabul gören demokratik yaklaşımın ülkemize yansımaları. Türkiye’nin anlam kodları siyasi platformunda yeniden şekilleniyor. Ülke kabuk değiştiriyor. Bütün bunlar herkes için olumlu gelişmeler.
Bugün geldiğimiz noktada ülkemizde talep eden, eleştiren, aktif bir kamuoyu var. Siyasetin nesneleri, siyasi mekanizmanın aldığı kararlardan ve yaptığı uygulamalardan etkilenen toplumsal kesimler artık siyasetin özneleri, siyaseti etkileyenler haline geliyorlar. İşinde, gücünde insanlar siyasi gelişmeleri takip ediyor, yorum yapıyor ve değişmesi için aktif rol üstlenmekten çekinmiyorlar.
Değer odaklı siyaset aslında herkes için yeni bir gelişme, özellikle de ülkemiz açısından. Pragmatizm 1970’li, 80’li ve 90’lı yıllarda tavan yapmıştı. Eski tarz-ı siyaset Süleyman Demirel’in şahıs ve tercihlerinde müşahhaslaşmıştı. Az çekmedik o pragmatizmden: ‘Dün dündür, bugün bugündür’ ifadesini bir türlü içimize sindiremedik. İyi ki de öyle oldu. Bugün geldiğimiz noktada artık faydacılığa, pragmatik yönelimlere yer olmadığını da anlamış durumdayız. Faydacılığa prim verenlerin sayısı çok sınırlı artık. Bu, Türkiye’nin normalleştiğini gösteriyor. Ülke değişiyor, gelişiyor, iyileşiyor.
Yeni dönemde siyaset, uzun soluklu bir olgu olarak değerlendiriliyor. Kısa vadede ‘vur-kaç’ taktiğiyle ve sınırlı bir menfaati temini için kullanılan araç ve mekanizmalar yerini uzun dönemli ve değer odaklı seçeneklere bırakıyor. Değer merkezlilik hem siyaset yapanları hem de kendileri için yapılanları kapsıyor; kuşkusuz bu tüm toplum açısından daha faydalı.
Uzun dönemli tercihler ve değer eksenli yaklaşım, Ak Parti hükümetleri ile beraber düşünüldüğünde milletin uzun dönemi sevdiğini, siyasette istikrarın daha fazla kabul gördüğünü gösteriyor. 1990’lı yılların zorlu şartları seçmeni istikrara yöneltti. Koalisyonlar, kavgalar ve kısa dönemli menfaatlere artık yer yok.
Türkiye’de halk tek parti iktidarını niçin sevdi? Neden bu kadar çok sevdi? 2002 yılında kuruluşundan henüz 15 ay bile geçmeden iktidara gelen parti her defasında oyunu artırarak bugüne kadar geldi. Bu Türkiye için son derece yeni ve alışılmamış bir durumdu. Eskiden böyle olmazdı.
Son on yılda sergilenen başarı grafiği Ak Parti’nin siyasetteki değişimi iyi okuduğunun göstergesi. Pragmatik siyasetin, yani kısa ve fayda temelli yaklaşımların yerini değer odaklı ve uzun dönemli politikalar alıyor. Afaki vaatlere yer yok. Bazen acı reçete, bazen kemer sıkma bazen de popüler olmayan tercihler ortaya çıkıyor. Ama halk gene de bundan memnun.
Şahsi kanaatim Türkiye’de yükselen sosyo-ekonomik göstergelerin bu gelişmelerde aslan payına sahip olduğu yönünde. Eğitim seviyesi yükselen, duygusal tercihler yerine rasyonel bir bakış açısı sergileyen insanımız popüler siyasete inanmıyor. İnanmadığını da gösteriyor.
Siyasette vaatlerin yapılış şekli, programların sunulma biçimi ve zamanlaması son derece önemli. İnsanımız tutarlı ve uygulama imkânı olan tercihler görmek istiyor. Bunu da uygulama potansiyeli yüksek olduğunu düşündüğü siyasi kadrolara bakarak yapma niyetinde.
Seçmen siyasi ekibin yaptıklarına bakarak, yapabileceklerini anlamaya çalışıyor. Bir kefalet müessesesi olması gerektiğine inanıyor. En büyük kefil tarih ve tecrübeler. Siyaset genel manada bir takım oyunu olarak değerlendiriliyor. Tek başına başarılı görünen aktörlerin makro politikalardaki performansı konusunda daha dikkatli davranıyor.
Ülke olarak siyasette geldiğimiz noktanın yeterli olduğunu söylememiz mümkün değil. Henüz kat edilmesi gereken daha fazla yol var. Ama bu bir süreç: Gelinen aşama, gidilecek yere göre yetersiz. Lakin hareket devam ediyor.
Ülkenin konumunun biraz da diğer ülkelerinkine bağlı olduğunu bilerek hareket etmemiz lazım. Rekabet ettiğimiz ülkeler iyi durumda değiller. Toplumsal anlamda sıkıntıları var.
Yaklaşan seçimler siyasette pragmatizmi bir kez daha test edecek. ‘Uçuk’ vaatler, ‘olmayacak dualar’, ‘makul olmayan’ söylemler gene reddedilecek. Muhalefet gene deneme, yanılma yoluna gidecek. Oysa dünyayı okusalar, Türkiye’yi anlasalar, halka yaklaşsalar başka bir şeye ihtiyaçları kalmayacak.
Bugün muhalefet yapmak aslında o kadar kolay ki; eleştirilerin nerelerde yoğunlaşması gerektiği o kadar açık ki; siyaseti takip eden herkes bunları kolayca sıralayabilir.
Tabii ki anlayana…