TRUMP DÜNYAYA KARŞI
Trump’ın başkan sıfatıyla resmi olarak göreve başlamasından itibaren, dünya yeni bilinmezlere doğru hızla yol almaya devam ediyor. Yemin töreninden fazla değil on gün gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, Trump’ın ısrarla vurguladığı “önce Amerika” vurgusunu gerçekleştirmek amacıyla atacağını söylediği ekonomik ve siyasi adımlar konusunda ne kadar kararlı ve ciddi olduğunun sinyalleri gelmeye başladı. Meksika sınırına öreceği duvar konusuyla ve bu ülkedeki otomobil fabrikalarının (özellikle Ford) üretimlerini ABD’de yapmasını sağlamak için atacağı adımlara hemen başlayacağının anlaşılmasıyla ilgili, ilk kıvılcımın iki ülke arasında çıkacağını göstermektedir. Aynı zamanda Trump’ın ilk başkanlık hamlesinden başarıyla çıkıp çıkamayacağının da bir nevi test edilmesi niteliği taşıdığından, oldukça önemli anlamlar içermektedir. Trump’ın Meksika’ya karşı öne sürdüğü politikaların başarısızlıkla sonuçlanması, dünyanın geri kalan ülkeleri tarafından ciddiye alınmayacağı, bir prestij kaybına uğrayacağı ortadadır. Üstelik Trump’ın başını ağrıtacak tek konu, Meksika ile sınırlı da değildir. Trump’ın Çin ve Japonya ile, seçim rekabeti sırasında bundan sonrası ilişkilerine yönelik iktisadi açıdan atacağını belirttiği adımlar, karşı tepkileri de beraberinde getireceğinden, hareketli ve agresif gelişmelere dünya olarak kendimizi hazırlayalım. ABD ekonomisi hakkında seçimler sırasında ciddi eleştiriler getiren ve bunları çözeceğine dair iddialı açıklamalar yapan, kişilik olarak zaten agresif ve hırçın bir yapıya sahip Trump’ın, daha en baştan Meksika konusunda bile başarısız bir konuma düşmesi, kendini dünyanın her alanda üst aklı olarak gören ABD’nin elinin zayıflaması, özellikle Çin, Japonya ve Almanya’ya karşı güç durumda kalacağı demektir. Varsayalım böyle bir sonuçla karşılaşılması halinde, özel sektörden gelmesi, başarısızlığa tahammülsüzlüğü ve kendini ispat etme düşüncesiyle, daha sert politik uygulamalara girişeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. İşte o zaman tüm senaryolar sıfırlanarak, Çin, Japonya, Almanya, Rusya gibi potansiyel ekonomik ve siyasi güce sahip ülkelerin oyuna girmesiyle, karşılıklı restleşmeler mücadeleler çok daha sert geçecektir. Tüm bu gelişmelerin üzerine her ne kadar Trump’ın, “ABD’nin dünyanın bir çok farklı bölgelerinde ne işi var, öncelikle ülkenin iç sorunlarını çözmeye odaklanacağım” türünden açıklamalarının yanı sıra, Orta Doğu’nun şekillenmesi sürecinde İsrail merkezli politikalar üzerinden yürüyeceğini de belirtmesi, Rusya, İran ve Türkiye başta olmak üzere Orta Doğu’nun önünde, çözülmesi gereken bir paradoks karşımızda durmaktadır. Bu paradoksun giderilmesi, ismi geçen ülkelerin yüksek çıkarlarının kesişmesi ve sünni ve şia gibi mezhepçiliğin kaşınarak kaos ortamı oluşturulmaya çalışılması da göz önüne alındığında, öyle kolayca gerçekleşeceğe de benzememektedir. Yukarıda ana hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığım büyük resim ve olası tüm sonuçları, ABD, AB dahil tüm ülkeleri kapsamakta, sarıp sarmalamaktadır. Yani konunun daha açık olarak ifade ettiği anlam, tüm ülkeler karşılaşma olasılığı yüksek olan gelişmelere göre ekonomi, siyasi ve sosyal politikalarını belirlemekte geç kalmadan önlemlerini almalıdır.
ABD’nin bu vakitten sonra korumacı ekonomi politikalar uygulamaya koyacağı, NAFTA’yı tekrar (Kanada ve Meksika ile olan ekonomi politikaları) sorgulayacağı, Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çıkacağı, söz konusu politikalarla doların değerini düşürerek rekabet avantajı sağlamaya çalışacağı anlaşılmaktadır. ABD Dolarının diğer gelişmiş altı ülke para birimi karşısındaki değerini gösteren DXY endeksinin yaklaşık elli gün içinde yüz puan gibi en düşük düzeye inmesi, bu yaklaşımı doğrulamaktadır. Emtia ve petrol fiyatlarının hangi düzeyde istikrara kavuşacağı, Brexit’in AB, İngiltere ve ABD ile olan dış ticaretin nasıl bir trend göstereceği gibi soruların tamamı, tüm ülkeleri etkileyen genel olgulardır ve Trump’ın izleyeceği politikalarda göstereceği performans, başarı ve hırsın yanında, sadece bir ayrıntıdan ibarettir. Amerikan ekonomisini düz mantıkla göreceli içine kapalı hale getiren politikalar kısa vadede olmasa da, orta ve uzun dönemde bumerang misali kendine de zarar vermesiyle birlikte, dış alımını azaltması, ABD’ye ihracatı olan ülkelerinde resesyona ve stagnasyona yakalanmalarına neden olacaktır. Dünyanın ülke bazında en önemli alım ve ithalat gücüne sahip Amerikan ekonomisinin Trump’ın sığ ve ileriyi görememesi nedeniyle, Japonya, Çin, Meksika, Rusya ve AB ülkelerinin yaptırımlarına bağlı olarak yavaşlaması, küresel büyüme hızının düşmesine yol açacak sonuçlar doğuracaktır. Trump mı yoksa dünyanın geri kalanı mı daha büyük ortaya çıkacak, ama fillerin kavgasında ezilen çimenler örneği gibi, gelişmekte olan ülkelerle Orta Doğu ve bu bölgeye yakın ülkelerin masum insanları telef olmasın.
Bu global ölçekteki gelişmeler tüm ülkeler gibi, bizi de etkileyen genel faktörlerdir. Merkez Bankasının, ekonominin gerçekleriyle hükümetin faizleri indir baskısı altında politika belirleme boşluğuna düşmesi, bankaların ancak zor durumda kaldıkları geç likidite uygulamasını normalleştirme gibi zorlama uygulamalara gitmesi, başkanlık seçimleri için referandum yolunda siyasi ortamın daha şimdiden sertleşmesi TL’nin bizimle aynı grupta yer alan gelişmekte olan ülkelere göre negatif ayrışması sonucunu doğurmakta, üstelik uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Fitch’in Türkiye’nin yabancı para cinsinden uzun vadeli kredi notunu “BBB-” yani “yatırım yapılabilir” seviyesinden “BB+” seviyesine düşürdü ve not görünümünü “durağan” olarak belirlemesi, Standard & Poor's (S&P)’nin de Türkiye'nin yabancı para cinsinden kredi notunu “BB”, yerli para cinsinden notunu “BB+” seviyesinde tutması, not görünümünü ise “durağan” durumdan “negatif” konuma düşürmesi, ekonomimizin zor koşullardan geçtiğini adeta tescil etmiştir. Ülkeyi yönetenler başta olmak üzere, herkes gerekli dersi çıkarmalıdır.
Soru: Küreselleşme gelişmekte olan ekonomilerin lehine mi? Neden?
Sözün Gözü: Terazi bozuksa, tartıya çıkma.