Tatlı bir korku
Beyaz sayfada, birbirini takip eden, birbirine uygun, düzenli, can alıcı satırlar hayal ediyorum etmesine de önümdeki sayfa bomboş. Oysa ne çok şey görmüş ve yaşamıştım. Hayatı ‘roman’ onlarca insan tanımış, yolculuklar yapmış ve yüzlerce kitap okumuştum. Hayalen yazmaya durduğumda, yoğun bir sisin içine düşmüşçesine, düşlerimden önümü göremiyor, söylemek istediklerimi sıraya koyamıyordum. Yazılacak ne çok şey vardı!
Geleceğe dair söyleyeceklerimden çok daha fazlaydı, geçmişte yaşadıklarım. Şahit olduklarım ve tespitlerim vardı. Nöbet değiştirircesine peş peşe gelen sevinç ve hüzünlerimin bakiyesi kabarıktı. Düşüncelerimi besleyen geçmişimdi. Gelecek yaşını almış ağacın filiz vermesi gibiydi. Geçmişim yorgun, geçmişim gönlümde saklı mirastı. Gelecek belirsiz ancak ümit var, gelecek baharda çiçek açmasını beklediğimiz badem ağacıydı.
Yaşım ortada. Yüzlerce yazı yazmış, iki kitabı olan biri olsam da, yeni bir yazı yazmaya başladığımda acemilik çekiyor, heyecan ve tatlı bir korku duyuyorum.
X
Beklemeyi bilmemek ve kaderin içinde kaybolmak. Kader; sebeplere sarılıp beklemek. Bir kapıyı üç kereden fazla çalmamak. Rabbimizin hesabına güvenmek. ( Bizler yaptığımız hayır hasenatın, ibadetlerin ve duanın hesabının tutulduğuna inanıyoruz inanmasına da dünyevi işlerimiz de Rabbimizi -haşa- devreden çıkarıyoruz. Olsun, kavuşalım, sarılalım, sahip olalım istiyoruz. Bu bir kadın olabileceği gibi bir araba, diploma, pozisyon da olabiliyor.) Olsun. Bunu da yakıştırıyorum insana. Çünkü insan biraz da zaaflarıyla, hata ve günahlarıyla var. Sevap gibi günahı da abartmıyorum!
Şikâyet ile değil coşkuyla yaşamak gerek. Üretmek, vermek, çabalamak ve aramak gerek. Okumalı, yazmalı, müzik ve resim yapmalı. Dinlemeli. Bir nehri, ağacı, çiçeği, kelebeği incelemeli. Aramalı, bulmalı, kaybetmeli, tekrar aramalı. İçine doğru yürümeli insan. İçine doğru yürüyen insan aslında dünyaya doğru da yürümüş olur. Oysa günümüz insanı dünyaya doğru yürüyor. Bir insanın gözlerine bakmalı. Elini tutup avucunu öpmeli.
X
Otobüsteydik. Sonbahardı. Camın ardında kayıp giden kasabaları, uzak köyleri ve yağmuru seyrediyorduk. Elini tutuyordum. Sessizliğimizde bir rahatlık ve kelimelerin ne söylerse söylesinler, hiç bir zaman dile getiremeyeceği bir anlaşma vardı. Molada, sen karşımda çayını içerken ben defterime şunu yazmıştım: Sevmenin dili hissetmektir. Varlığına şükür, sevgine teşekkür.
"Aşk, ne kadar ateşli olursa olsun, kaderimizi değiştiremez; o, bir nakışta sadece parlak bir iplik veya üzerinden hızla oklar geçen ışıklı bir bahçedir. Hem mekik, hem ok, kaderlerinde olan yolculuğu tamamlamak için merhametsizce, yollarına devam etmelidirler. Fakat bunlarla beraber bahçe daima hatırlayan kalpte ebediyyen yaşar ve onlarda ebedi bir ihtişam vardır.*"
Şunu söylemek; ölene kadar ve ölümüne, söylediğimin ardında durmak isterdim: Elimi bırakma. Ne bulursam, ne toplarsam sana getireyim. Dağlardan rüzgar, çiçeklerden renk, annelerden bekleyiş, gecelerden sessizlik. Seni severken herkesi seveyim. Ben sana vereyim sen kime istiyorsan ona dağıt. Elimi bırakma.
"Aşk aynı zamanda iman etmektir. Sonunda her şeyin olması lazım geldiği şekilde olacağına iman etmek.*"
*Eva & Edna Lee