Tarzımız ve tavrımız
Müslüman olarak bir tarz sahibiyiz elbette. Kişiliğimiz, karakterimiz, alışkanlıklarımız ve tavırlarımız hep bu tarzın ürünüdür. Tavır deyince bir karşı duruş, net bir tutum takınma ve hatta biraz da mesafe koymak vardır araya.
Tavır kavramı, hal ve davranış anlamlarına gelmekle birlikte “büyüklenme” manası da taşır. Özellikle “tavır yapmak” dediğimiz ikili kullanım için büyüklenme ve yapma davranış söz konusu olabilir. Lakin, tavır almak başka bir şey olsa gerek. Tavır almak, tedbir almayı gerektirir. Ayrıca, “tavır almak” gerekçeli bir durum arz eder, bu gerekçe karşı durmayı lüzum ederse karşı durulur ve bu karşı duruşu karşı taraf da bizzat bilir.
Tarzımız, çoğunlukla inançlarımızla şekil almıştır. Günlük hayatımızdaki birçok davranış ve tutum, yaşam tarzımıza yansır. Tepkilerimiz ezberlenmiş gibidir. Ezanı duyunca “Aziz Allah” selam verilince “aleyküm selam” Peygamber anılınca “Aleyhisselam” bir cenaze görünce “İnna lillah” çocuğumuza “maşallah” başlarken “bismillah” deriz. Aslında bunların hiçbiri birer birer ezberletilmiş değildir bize. Toplum içinde duymuş ve öğrene gelmişizdir. Alışıldık birer sevap alış verişi gibi.
Giyimimiz, soframız, misafirimiz, ilişkilerimiz hep tarzımızı yansıtır. Tavrımız tarzımızla şekil alırken belirleyici ve başat rolün bizde olduğunu da vurgulamış oluruz.
“Hak”tan yana tavır almayı göze alırız çünkü tarzımız böyledir. Mertlik dediğimiz duruş tarzımızdan kaynaklanır. Tarzımız mazlum olanı gözet der önce, dünyayı şekillendirmeye çalışan kalabalığa bu tarzımızla tavır alabiliriz.
Günümüz dünyası, ne kadar ürettiğinden çok ürettiğini nasıl ve ne kadarını sistemin içinde harcadığınla ilgileniyor. Bu nedenle önce kaynakları bulup, bu kaynakları tüketecek fertler yaratıyor. Bu fertler, sistemin içinde var gücüyle çalışırken yine sistemin bir gerekliliği olarak kazandığını harcamak durumunda bırakılıyor. Yetinme duygusunun yerini daha fazla nasıl elde edebilirim kaygısı alıyor. Bu durum karşısında Müslüman’ca bir tavır takınmakta güçlük çekiyoruz belki de. Oysa tarzımıza sahip çıkabilsek, elde etmekle kazanmanın arasında büyük bir fark olduğunu hatırlarız hemen. Kazanmak deyince “helal kazanç” anlarız, elde etmek ise daha çok sömürü mantığından neşet etmiştir. Tarzımız, kazandığımızı “ben” için harcamayı öğütlemez, bilakis “kazanç” muhtaca dağıtıldıkça bereket bulur. Bu yüzden tavrımızı bereketten yana koymuşuzdur.
Tavır almak, tedbirli ve gerekçeli bir duruştur demiştik. Dayatılan ne varsa yaşama dair, tavrımızla karşılaşacaktır. Bu karşı duruş tarzımızı yansıtacaktır. Bunun gerekliliği esasen diğer tarafın da yakinen bildiği bir husustur. Benliğimiz de bilir bunu, Müslüman olmayan da. Tavrımızın rengini belli eden tarzımız önce ilahi kaynaklıdır.
Ben bunun ötesinde milletlerin de bir tarzı olduğu kanaatindeyim. Tarih boyunca oluşan bir Türk tarzı yok değil midir ve bu tarz yıllar boyu köklü ve karakteristik bir tavır oluşturmamış mıdır? Türk tavrının kendi iç dinamikleriyle şahsına münhasır bir duruş ortaya koyduğunu söylemek için derin tarih bilgisine sahip olmaya gerek yok sanırım. Bahsettiğimiz bu Türk tarzı ve Türk tavrı ayrı bir yazıya konu olmalı.
Nitekim, inançlarımızla şekil verdiğimiz ilahi kaynaklı tarzımız sadece bizde oluşa gelen bir tavır oluşturmuştur. Tarzımızı değiştirmeye çalışmak, bize başka bir gömlek giydirmeye çalışanlara yardımcı olmak demektir. Bizi, “biz” olmaktan çıkarmak, tavır alacak birini ortadan kaldırmak demektir. Tavrımızdan korkanlar, tarzımızla uğraşıyor evvela…