Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş TARİHSİZLEŞTİRME TEHLİKESİ

TARİHSİZLEŞTİRME TEHLİKESİ

İslam inancına göre, tabiatta bulunan bütün yaratıklar, insana hizmet için vardır. Hepsi de sonradan yaratılmış varlıklardır. Bu sebeple Allah’tan başka hiçbir şey kutsiyet taşımaz. Bizim bazı şeylere kutsiyet nispet etmemiz,  mecazî ve itibarî bir mahiyet arz eder. Meselâ, Kâbe, Hacerü’l-esved,  Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ vb. kendi yapıları, maddeleri ve hacimleri bakımından değil, Müslümanların hayatında gördüğü vazifeler ve taşıdığı hâtıralar açısından bir kıymet ve değer taşır.  Hz. Peygamberin hırkası ve sakalı da böyledir. O halde bunlara ve herhangi bir şeye yaratılmışlık ötesi bir özellik, bir yücelik ve kutsiyet verilemez.  (Topaloğlu, Bekir, Allah İnancı, İstanbul, 2006,  s. 65).

İşte hudeybiye,  uhud dağı, hira ve sevr mağarası gibi mekânlar da aynı şekilde,  İslam tarihinde yaşanmış olan büyük olayların taşıdığı hatıralardan dolayı bir anlam ifade eder. Örneğin Hudeybiye, Hz. Peygamber (a.s)’ın Mekke müşrikleriyle yaptığı anlaşmanın mekânı; uhud, birçok sahabenin şehit düştüğü, Hz. Peygamberin yaralandıktan sonra sığındığı “uhut bizi sever, biz de uhudu severiz”  (Buhari “Cihad” 71; Müslim “Hac” 504)  buyurduğu bir dağın adıdır. Nur dağında bulunan hira mağarası,  Hz. Peygambere Kur’an’ın Alak Suresi’nin ilk beş ayetinin indiği yerdir. Sevr mağarası ise,  hicretin yol uğrağı ve Tevbe suresinin 40. ayetinin nazil olduğu mekândır. Bu tarihi mekânları ziyaret etmek, ne haccın ve ne de umrenin şartlarındandır. Ancak Müslümanların bu mekânları ziyaret amacı, Peygamberimizin İslam’a davet yolundaki izlerini sürebilmektir. Buraları ziyaret etmek, şirk ya da bid’attir diye tarihin izlerini silerek tarihsizleştirmek büyük bir cinayettir. Vehhabilerin bu konular üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeleri gerekir.  Bugün Cennetü’l-bâki ve Cennetü’l-muallâ mezarlıkları hâriç, orijinal haliyle neredeyse Hz. İbrahim’le başlayan Hz. Peygamberle süreklilik kazanan İslam tarihinde büyük olayların cereyan ettiği mekânların izlerini görmek artık mümkün değildir. Şirk ve küfür adına bu mekânlar yok edilmektedir. Bu sebeple başta tüm Müslümanların ve özellikle İslam kültür mirasını koruma konusunda çalışan kurumların seslerini yükseltme vakti gelip geçmektedir.  (Bkz. Sorularla İslam, (Editör: Ramazan Altıntaş), Ankara: DİB Yayınları, 2015, s. 43-44).

Diğer taraftan eğer bir takım Müslümanlar bilgisizlikten kaynaklanan sebeplerden dolayı İslam tarihinde büyük olayların yaşandığı bu mekânlara kutsiyet atfederek taş ve ağaçlara bez bağlıyorlarsa bunun adı bid’attir.  “Şer’î görünümlü olmayan, dinî telakki edilmeyen hususlar bid’at değildir; asıl bid’at bu yasaklamayı dindarlık vesilesi saymaktır.”( Şâtıbî, Ebû İshâk, el-İ’tisâm, Kahire, ts., I, 37).  Çünkü bid’atların temel vasfı, dinî uygulamalarda kendisini gösterir. Bid’at-ı seyyie karşısında yapılması gereken tarihsizleştirme değil, yanlış anlayış ve inançları düzeltme konusunda eğitim seferberliği başlatmaktır. Bu konu her sene İslam ülkeleri bazında yapılan hac kongrelerinde dile getirilir, varsa bid’at, hurafe ve itikadi sapmalar hacıların eğitimi sırasında tashih edilir. Elbette bu mekânları ziyaret etmek haccın ve umrenin bir parçası değil ama İslam tarihinde önemli olayların yaşandığı ve vahyin inişine tanık olan mekânlardır. Müslümanlarda dini şuuru ve tarih buluncunu diri tutmak için canlı siyer bilgisinin şahitlerini bilmeye de ihtiyaç vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi