Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i Üzerine...

Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i Üzerine...

Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât adlı eserinin yazılış hikâyesi herkesçe malumdur. Bu eser bizde Mevlîd-i şerif olarak bilinir. Rivayetlere göre Süleyman Çelebî Bursa Ulu Camiinin imamıdır. Bâtıni görüşlere sahip olan İranlı bir vâiz, vaazında: “Biz peygamberler arasında hiçbir ayrım yapmayız” (2/Bakara 285) ayetinden yola çıkarak, bütün peygamberlerin fazilette eşit olduklarını iddia eder. Bunun üzerine Süleyman Çelebi de o ayetin bütün peygamberlere iman etmede bir ayrım olamayacağı manasına geldiğini, fazilet bakımından peygamberler arasında fark olduğunu: “Biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık” (2/Bakara 253) ayetiyle dile getirir. Sonra da Hz. Peygamber sevgisini en güzel bir şekilde anlatan “kurtuluş vesilesi” anlamına gelen mesnevî tarzındaki şiir kitabını yazar.

İşte bu eser XIV. Yüzyıldan beri Anadolu coğrafyası başta olmak üzere Osmanlı’nın izlerini taşıyan Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Sancak ve Bosna gibi yerlerde dinî kimliğin önemli unsurlarından birisi olarak okunmaya devam eder. Daha sonra yüzlerce yazılan mevlit türü eserler Süleyman Çelebi’nin eseri kadar maruf ve meşhur olmamıştır. Sadettin Ökten hoca Mevlîd-i Şerif hakkında “Milli mutabakat metnidir” der. Yerinde bir adlandırmadır. Tarih boyunca Mevlit okumanın aleyhinde bulunan birçok kişi ve zümreler olmuştur. Özellikle Vehhabi-selefi çevreler Mevlit okumayı, bid’at-ı seyyie olarak nitelendirmiş, neredeyse Mevlit okuyanları şirkle ilişkilendirmişlerdir. Ekseri Sünni ulema ise, müstehap olarak görmüştür. Ömer Nasuhi Bilmen hocaya İstanbul müftülüğü yıllarında birisi gelir, “efendim, İstanbul camilerinde şu mevlit okuma geleneğini yasaklasanız” der. Bunun üzerine çok mütevazı, nazik ve kibar olan hoca bir aslan gibi yerinden kükreyerek: “Defol, bre mel’ûn! Hiç olmazsa Mevlid sayesinde insanımız Allah diyor, Salavat getiriyor” diyerek o adamı huzurundan kovar.

Mevlîd-i şerif okumanın özellikle baskı altında bulunan Müslümanların hayatında dini ve milli kimliğin korunmasında nedenli etkili olduğu bir gerçektir. Nitekim İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mustafa Karataş hocamızdan balkanlar gezisinde Kırım Türkleriyle ilgili şu hatırayı dinlemiştim. Yararlı olur ümidiyle bir kısmını okuyucularımızla paylaşmak istiyorum. Mustafa Karataş hocamız “ben de 1997 yılında Kırım’a din görevlisi olarak gidinceye kadar Mevlîd okumaya karşı idim. Oraya varıp olan bitenleri gördükten sonra fikrim değişti” diyor. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim. Bildiğiniz gibi 1945’lerde, ikinci dünya savaşında önce Almanlar Kırım’ı işgal ediyor. Almancayı zorunlu hale getiriyor, Türkleri baskı altına alıyorlar. Almanlar çekilince, Ruslar Kırım’a giriyor. Komünizmin şiddetli bir şekilde uygulandığı Sovyetler Birliği döneminde Ruslar bu topraklarda; Kur’an okumayı, Arapça dua etmeyi, Türkçe türkü söylemeyi, Türkçe konuşmayı dahası Türkiye’ye uzaktan bakmayı, hatta Türkiye özlemi doğar diye Karadeniz’e bakmayı bile yasaklıyorlar. Kırımlı bir dede torununa sübhaneke duasını öğrettiği için şehrin meydanında, diğer Müslümanlara gözdağı vermek amacıyla askerler tarafından kurşuna diziliyor.

Bilindiği gibi 1945’lerde Ruslar, Kırım Türklerini hayvanlarla birlikte vagonlara doldurarak Sibirya ve Özbekistan’a sürerler. Aç-susuz bir halde sürgüne gönderilen bu insanların yarısı trenin vagonlarında yarısı da yolda ölür. Sovyetler Birliği parçalandıktan sonra sağ kalanlar, onların evlatları ve 1945’lerde giden Müslim agalar, Hasan agalar, Rıza agalar, ana yurtları olan Kırım’a tekrar dönerler. Onlara dinlerini öğreten Karataş hocamız: “Bana Kâbe-i Muazzama İstanbul’da mıdır hocam? diye sorduklarını, Türkiye’yi ve insanını mukaddes bir varlık gibi telakki ettiklerini anlatır. Yine Karataş hocamız, ben onlara vaaz veriyordum. Bir de baktım ki, Kırım Türkleri kardeşlerimiz hüngür hüngür ağlıyorlar. Ben onlara, “ben çok güzel mi konuşuyorum da sizler ağlıyorsunuz” dediğimde, hayır hocam hayır, biz seni hiç dinlemiyoruz, bile. “Sen Türkiye’mizden geldin ya! Sen Türkiye’den bir hoca olarak geldi ya! Bize dinimizi öğretiyorsun ya! Allah’ım bu ne büyük nimet, bu ne büyük devlet” diye sevincimizden gözyaşı döküyoruz” dediklerini aktarır.

Sonuç olarak, Mustafa Karataş hocamız Kırım Türklerinin Türkçelerini TRT 1’den dinledikleri türkülerle, dinlerini de Mevlîd-i Şerif okuyarak koruduklarını anlatmıştı. Bu durum yıllarca baskı ve zulüm altında inim inim inleyen bütün Müslüman halklar için de geçerlidir. Bugün hala Bosna’da, Sarayova’da, Üsküp’te, Prezren’de Osmanlı Türkçesiyle Mevlîd-i Şerif okunmaya devam etmektedir. Çünkü türkü ve mevlidin sözlerinde kültür, medeniyet ve ruh vardır. Bugün eğer birçok Türk boyu kimliklerini kaybetmişlerse, milli ve dini kimliğin koruyucusu olan dil ve dinlerini koruyamadıkları içindir. Mevlit okumalar, Hz. Peygambere sevgi ve bağlılığın bir ifadesidir. Yaşadığımız yüzyılda özellikle Batı dünyasında sürdürülen islamofobi ve anti-İslamizm gibi faaliyetlerin önüne ancak Mevlit okumak gibi İslam’ın irfani boyutunu canlandırmakla geçilebilir. Bu sorumluluk fert fert hepimize düştüğü gibi, Müslümanların kurum ve kuruluşlarına da düşmektedir.

Süleyman Çelebi’ye rahmet olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi