SP – BBP KOALİSYONU
Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi 7 Haziran seçimlerine beraber katılma kararı aldılar. Ortak bir listeyle seçime girecekler. Siyasette normalleşme getirecek, farklılıkları en aza indirebilecek ‘koalisyonlara’ normalde sıcak bakarım. Renkli listelerin, farklılıkları uzlaştıran yaklaşımların siyasetteki etkisi genelde olumlu olur.
Birbirine yakın siyasi, sosyal ve kültürel görüşleri olan partileri anlamakta zorlanırım. Aynı şeyi STK’lar açısından da düşünürüm. Millet olarak beraber iş yapma kültürümüz yeterince gelişmediği için, aynı yöne yönelmiş birden çok özel ya da kamu kuruluşu aynı şeyi yapmaya çalışır, aynı neticeye ulaşmak için çabalarlar. Neticede kısıtlı kaynaklarla ayrı ayrı çalışırken başarıları da sınırlı oluyor.
Ama ‘kan uyuşmazlığı’ olacak siyasi oluşumlarda sonuç genellikle hüsranla neticeleniyor. ‘Tekerleğin biri bir tarafa, diğeri diğer tarafa’ dönmeye çalışırken ya hiçbir yere gidilemez, ya da zikzaklarla hareket edildiği için ‘araç’ mecrasından çıkabilir.
Bu gibi durumlar için bir sorum var: Koalisyon niçin yapılıyor? İtici güç, ‘birlikten kuvvet doğar’ fikri mi, yoksa pragmatik bir amaç, yani % 10 barajını birlikte geçmek, mi?
SP – BBP koalisyonunda asıl soru bu. Tarafların bu konudaki bir açıklamasını duymadım. Fikren ve amelen uyuştukları gerekçesiyle birlikte olmaları gerektiğine inandıkları için mi, barajı aşma kaygısıyla, ortak bir liste ile seçime girme kararı aldıklarını bilemiyorum.
Farklı ihtimalleri değerlendirerek konuyla alakalı fikirlerimi ortaya koyayım:
İki parti de iki büyük liderin ‘efsanesine’ sahip çıktıklarını iddia ediyorlar. Biri, İslami hareketin önderlerinden, Türkiye’de dini referanslı siyasi hareketin mucit ve temsilcisi, merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın mirasından dem vurarak siyaset yapan bir oluşum. Diğeri, Türkiye’nin son dönemlerinde sağduyulu ve dik duruşuyla tebarüz etmiş merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun çizdiği yolda örgütlendiğini ifade eden bir hareket.
Geçtiğimiz yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde iki parti de ‘ittifak’ adayına oy kullanılması yönünde telkinlerde bulundu. Parti tabanlarının buna ne kadar itibar ettiğini bilemiyoruz. Ancak, tanıdığım pek çok partilinin bu telkinlere kulak asmadığından haberdarım.
İkincisi, ‘paralel’ mevzuunda BBP’in tavrı hiç de hoş değil. Onların ‘dümen suyunda’ görüntüsü verecek yaklaşım ve hareketler sergilemekten imtina etmiyorlar. Aynı söylemleri, aynı kalıplarla ifade ediyorlar. ‘Taban’ bundan rahatsız. Alperen Ocakları’nın ‘kazan kaldırdığını’ gördük. Ama Genel Başkan buna duyarsız.
SP çok farklı değil. Gerçi onlar ‘paralel’den hiç hazzetmediler. Son on yıllık dönemde onlara bu kadar yüz verilmesine hep tepki gösterdiler. Ancak, özellikle son bir yıldır Kamalak farklı bir tavır içinde. Sanki ‘düşmanımın düşmanı’ der gibi.
Partilerin, geniş seçmen kesimlerinin hissiyatı hilafına bir yaklaşım sergilemeleri anlaşılır gibi değil. Mesela, Esed’i dikkate almaları, ‘eli-kanlı’ zalimle ‘muhatap’ olmaları onlara olumsuz puan kazandırıyor.
Oysa, yakın zamana kadar iki parti de Türkiye’deki seçmenin büyükçe bir kısmının ‘ikinci tercihi’ durumundaydı. ‘İkincilik’ zikrettiğim liderlerin döneminde idi. Buna bütün kalbimle inanıyorum. İnsanların birinci tercihleri belki Ak Parti veya meşrebine göre MHP olabilirdi; ama ikinci oyları olsa onu ‘dik’ duruşuyla bilinen Muhsin Başkan’a veya kıvrak zekâ ve samimiyeti ile tanınan Erbakan Hoca’ya vermeyi düşünürlerdi.
Bu, partileri ‘potansiyel’ iktidar adayı durumuna getiriyordu. Seçmenin büyükçe kısmı Ak Parti’ye kızsa SP’ye veya BBP’ye gidecek; MHP’ye kızsa BBP’ye oy verecek pozisyondaydı. Sağlıklı ve sağduyulu muhalefet yapsalar, belki kısa bir süre sonra hatırı sayılır oy oranına kavuşabileceklerdi.
Bu partilere gönül veren dostlarımızın samimiyetlerinden kuşku duymuyoruz. En azından bizim muhatap olduklarımızda. Lakin genel anlamda bir siyasi ‘miyopluk’ göze çarpmıyor da değil. Ben olsaydım, başka ve uzak siyasi oluşumların, özellikle de CHP’nin ‘dümen suyuna’ girmiş görüntüsü vermek, ‘paralel’e tavır koymuyor, hatta işbirliği içinde görüntüsü sergilemek istemezdim.
Siyaseti ‘dizayn etmeye’ çalışanların ve ‘paralelci’ çetelerin geçen yıl provasını yaptıkları işbirliği zemini bu yıl meyvelerini vermeye başladı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aynı aday etrafında ‘birleştirilen’ farklı kesimler, bugün seçim ittifakında bir sakınca görmüyorlar.
Aracıların niyeti bu iki hareketi büyütmek, siyasette başat aktör haline getirmek değil. Ak Parti seçmeninin ne kadar fazlasını başka oluşumlara yönlendirebilirlerse kendilerini o kadar başarılı addedecekler. Maksat Ak Parti’den ‘oy çalmak’. Niyetleri kötü. Öyle olunca da netice hayırlı olmuyor.
Oysa, bu iki parti millete lazım. ‘Tek çiçekle bahar’, ‘tek partiyle de demokrasi’ olmaz. Milletin büyükçe kısmını alternatifsiz bırakmaya hakları yok. Toplumun yarıdan fazlasını sadece bir partiye mahkûm görüntüsü vermemeleri gerekiyor.
Bu partiler kadrolarını revize etseler, yapıcı muhalefet anlayışı sergileseler, her meseleye çözümleri olsa milletten itibar görecekler. Ama olmuyor. BBP’in ekonomi konusundaki plan ve projelerini, SP’nin terör ve Çözüm Süreci noktasındaki özgün görüşlerini merak ediyorum. Merhum liderlerin söylediklerinin üzerinde bir laf etmişler mi, bilemiyorum.
Bu işbirliğinin başarı getireceğine inanmıyorum. Aksine seçim sonuçları siyasette ‘iki kere ikinin dört’ etmediğini gösterecek.
Sonra da parti kadroları, Nasrettin Hoca hesabı, ‘kedi buysa et nerde, et buysa kedi nerde’ diye birbirlerine düşecek ve kendi ‘oylarını arama’ derdine kapılacaklar.
Yazık oluyor…