Hazel Pekacar
Hazel Pekacar Sosyal Medya Bizi Sistematik Mi Duyarsızlaştırıyor?

Sosyal Medya Bizi Sistematik Mi Duyarsızlaştırıyor?

Bu konu hakkında çok başlık görürsünüz, üzerine yüzlerce yazı yazılmıştır belki de. Hoş, eleştirdiğimiz konunun yazısını yine döner o teknolojik aletler ve siteler vasıtası ile okuruz o da ironisi işin. Şu sosyal medyanın yararı hakkında; neresinde durulması gerekir, neresinde” hadi benimle gel” denir, daha farkına varılmaz ısrarla.  Okuyup çizen ve kuvvetle muhtemel anlatan konuşan bir branşa sahip olmam iddiası ile şu sosyal medyanın önce kendi ismini utandırıp nasıl da SOSYAL iletişimimizi bozduğu ile dertleneceğim ben.

İletişimde etkili olan olumlu ya da olumsuz pek çok faktör vardır. Dolayısıyla, iletişimimizi olumlu ya da olumsuz olarak tek bir faktöre indirgemek biraz acımasızca olacaktır. Tabii bunun yanında bir de kişisel olarak etkilendiğimiz yani zaaf olarak dikkat ettiğimiz şeyler de var. Tüm bunlara birazdan geleceğiz fakat öncelikle iletişimi olumsuz etkileyen bazı faktörlere örnek verelim. Örneğin; Konuşurken sözümüzün bir başkası ya da çevre etmenleri ile kesilmesi, karşı taraftaki bilgi eksikliği, olaylara ön yargı ile yaklaşılması, karşı taraf kaynaklı ilgi eksikliği, emir verici cümleler kurmak olarak gösterilebilir. Olumlu yönde etkileyen faktörler ise; Empati kurmak, her türlü farklılığa saygı duyulması, kendini doğru ifade eden ve anlatan bireylerin varlığı, göz temasından kaçınmamak, tebessüm etmek, karşıdaki kişiye dikkatini vererek iletişim kurmak, ben dilinin etkin kullanımı olarak sayılabilir. Peki bunun sosyal medya ile ne ilgisi var?

Durum şu ki: Sosyal medya ve teknolojinin yarattığı soğuk ve robotsu iletişim, insanların gerek sözel gerekse bedensel iletişim yeteneklerine tam anlamıyla ket vurdu. Bu yetenek körelmesi bir anda olmayan yavaş yavaş zamana yayılan bir duyarsızlaşma şeklinde meydana geldiği için birey kendinde olan negatif yönlü değişimleri kendisi dahi fark etmediği bir hale dönüşüyor. Ne var ki bu tür iletişim aksaklıkları, bireyin  kendini real hayatta göstermesi gereken anlarda ortaya çıkıyor. Tabii bunun için farkındalığa sahip “İSE”.

Üzgünüm ama birçok birey daha kendinde bu tür yetersizliklerin oluştuğunun farkında bile değil. Ya kendini ifade edemediği için real iletişim alanını suçlayıp kendini kitaplara ya da yalnızlığa adadığını iddia ediyor ya da o real ortamdaki iletişimsiz ama kopamadığı hayata, bir şekilde diğer insanlar gibi davranarak ayak uydurma çabasına giriyor. Sosyal medyadaki kalabalık, şaşalı ve lüks hayat gösterme yarışı içerisinde bireylerde böylece iki kimlik oluşuyor: Ekran önü; OLMAK İSTEDİĞİ kimlik ve ekran arkası; OLDUĞU kimlik. İşte tüm çatışma, birey real hayatına döndüğünde başlıyor.

İnsanlar bir fotoğraf ve kısa bir video altına, klavye ile işlemiş oldukları soğuk harflerle anlaşılmaya o kadar alışmışlar ki gerçek hayatta karşı karşıya gelen insanlar, konuşmaya hangi söz ile başlayıp hangi söz ile bitireceklerini dahi bilemez hale geliyorlar. Bu bir facia. Bu durumu görelim ya da görmeyelim, facia.

Merhaba, nasılsın demeden söze başlayan insanlar, günaydın deyip ya da gülümsemeden geçip giden kalabalıklar, cümlenin yarısını zihninden geçirip sadece birkaç kelimesini sesli aktaran insanların sizi, üstüne bir de onun aklından geçeni anlamanızı istemeleri, empati yoksunluğu, daha kendini tanıyamamış, keşfedememiş birçok kişinin bir de başkalarını çözmeye ve not vermeye çalışma hevesi, kendi huylarını sizinle özdeşleştirme ve kendi üzerinden sizi tanımlama çabaları gibi daha bir çok problem…  

İnsanlar bugün sosyal medya ile yaratmaya çalıştıkları kimliğin ardına sığınıp üstüne bir de linç kültürünü beslemeye başladılar. En doğrusu BEN ve en kötüsü SEN anlayışı başladı. Siyasi görüşünden, kadın-erkek ayrımcılığına, tuttuğu takımdan, mesleğine kadar her şey linç etmenin bir sebebi olarak yeterli olmaya başladı. Bunun çığ gibi büyümesinin en önemli sebebi ise, ekranın ardında tüm o düşünceleri, hakaretleri ve küfürleri yazan kişinin, yazdığı kişiyle karşılaşmayacak olma durumudur. Karşında değildir, saldıramaz ve onu alt edemezsin. İşte bu hızlıca tüket-tüket toplumu, her şeyde olduğu gibi iletişimde de hızlı bir tüket-tüketçi ortaya çıkardı. Ekranın arkasında konuş, yaz ve bitir. Fikirlerine saldır ve bitir. Neticede teknoloji iletişiminde, sen yazarken onun cevap verdiğini duymuyorsundur, sen konuşurken konuşma ihtimali yoktur. Konuştuklarının karşı tarafta uyandırdığı etkiyi hissedemezsin. Tuşların duyguları yoktur. Ses tonunu, mimiklerini fark edemezsin. Yorgun mu hüzünlü mü anlayamazsın. Karşı karşıya iken sen konuştuğunda, karşı taraf ansızın sustuğunda ne diyeceğini bilemezsin. Çünkü o duyguları olmayan tuşlar sana bunu öğretmedi. Bugün insanların çoğu, topluluk karşısında konuşacak özgüvene sahip değil ya da en ufak bir sessizlikte cümleye nasıl devam edebileceğini, konuşmasını nasıl sürdürmesi gerektiğini bilmiyor. Bugün sosyofobi dediğimiz hastalık iletişimsizlikten kaynaklanıyor. Bugün aynı şekilde çoğu insan beden dilinin ne anlama geldiğini de bilmiyor. Fakat bilinmelidir ki iletişimin en önemli kilit noktası SES TONU ve BEDEN DİLİDİR. Bunlar olmadan tam anlamıyla sağlıklı bir iletişimden bahsedilemez. Ses tonu ve beden dilinin gıdası duygudur. Sosyal medya ile duygudan yoksun bir yaşamın içindeyiz. Her şey birbirine nedensel bir zincirle bağlıdır ve biri bir diğerini etkiler. Ruhsuz yaşam ardından duyarsız yaşamı getirir. Duyarsız yaşam ise toplu ölümü. Bir kişinin yanı başında felaket olsa dönüp bakmayacağı kadar mekanikleşmiş hayata hipnoz olduğu bir toplu ölüm bu. Üzgünüm toplum olarak ölüyoruz. Fakat bu toplu ölümün fotoğrafını çekip “Nasıl ölmüşüz?” diye sosyal medyasına koyacak son bir kişi yok. Son sözü, dengesini bozduğumuz evren haykıracak. Mekanikleşmiş insanların üzerine, içinde alev alev yanan yanardağını kusacak, yağmur düşmeyecek bir daha; yağmur duygudur çünkü yağmur hissetmektir. Esirgeyecek kendini bir gün bizden, çiçekler açmayacak ve bir koku sarmayacak etrafı çünkü o da hissetmeyi hak edenler için… Sadece bir moloz yığınlarının arasında robotlaşmış insanlar olacak. Şimdi son fotoğrafınız bu olmadan fısıltı ve duygularla konuşan ruhları ve evreni dinlemeye gücünüz olsun.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hazel Pekacar Arşivi