Musab Seyithan
Musab Seyithan Siyonistleşmiş dünyadan adalet beklemek!!!

Siyonistleşmiş dünyadan adalet beklemek!!!

Şu bir gerçek ki, Osmanlının parçalanmasından sonra, dünya bambaşka bir dünya oldu. Dünyanın geleceğini beş iri devletin iki dudağından dökülenler belirler hale geldi. BM’de alınan bir kararı, bu 5’ten biri veto ettiği zaman, o karar geçersiz kılınır oldu.

İsrail, Filistin topraklarında ABD’nin gayrimeşru çocuğu olarak kaçak bir gecekondu devleti kurmuştur. Bugüne kadar açtığı savaşlarla hemen hemen Filistin’in tamamında hükümrandır. Mescid-i Aksa baskınları, özellikle Ramazanlarda misket bombaları ile hava saldırıları, başta Gazze olmak üzere Filistinlilerin yaşadıkları yerleri açık hapishane haline getirme, sivil halka yapılan zulümler ve haksız tutuklamalar, oradaki Müslüman halka zilleti reva görmekti. İnançlarına baskı ve tasallutta bulunmaktı. Bunun adına “Fitne” denir. En büyük fitne, inançlara yapılan tasalluttur. Bu, ölümden de beterdir. Yüce Allah “Fitne/inançlara baskı ve bozgunculuk, öldürmekten daha kötüdür.” (2/Bakara:191) buyurmak suretiyle bunun vahametini ortaya koymaktadır. Ölümle insan bir kere ölür ama inancına yapılan baskı ve zulümle her gün ölmektedir. Onun içindir ki, inançlara yapılan tasallut, ölümden daha şiddetlidir. İşte Filistinli, bu şedit ölümü/inancına yapılan baskıyı 1948’den beri yaşamaktadır.

O günden beri ABD ve Birleşmiş Milletlerin varlık nedeni, İsrail devletinin emniyetini sağlamak ve onlara, siyonist emellerini gerçekleştirmeleri için güvence olmak ve her türlü insanlık dışı uygulamalarına göz yummaktır.

Şu anda Filistin’de siyonist İsrail’in yaptığı barbarlık ve soykırımı, BM’ye yön veren bu iri devletler desteklemekteler. Savaşta hastanelerin vurulmaması, sivillerin -özellikle çocukların- öldürülmemesi, abluka uygulanmaması, insanî yardıma engel olunmaması, fosfor bombalarının kullanılmaması gibi konular, uluslararası hukukça kayıt altına alınmış savaş suçu olmasına rağmen siyonistleşmiş dünya, bütün bu cürümleri işleyen barbar İsrail’e karşı kör ve sağır kesilmektedir.

Siyonistleşmiş dünya, köpeklerin serbest bırakılıp taşların bağlandığı bir dünya kurmuş durumda. Onlar, taşları çözüp köpeklere fırlatacak bir güç birliği oluşturulana kadar, adaletsiz ve orantısız “güç” kullanımını sürdüreceklerdir. Gücün ve güçlünün adaletini uygulayan bu siyonistleşmiş dünya, adaletin gücünü gösterecek muktedir bir Dünya İslam Birliği oluşana kadar, siyonist vahşete karşı kör ve sağır kesilme tavrını devam ettirecektir.

Şu da acı bir gerçektir ki; “Bütün dünya yahudilerin ESERİ ve yine bütün dünya yahudilerin ESİRİDİR.” İşte başta Filistin olmak üzere Müslüman ülkelere yapılan zulümleri önlemeyi böyle bir dünyadan beklemek, akrepten bal yapmasını, balıktan kavağa çıkmasını, Bülent Ersoy’dan çocuk yapmasını beklemek kadar abes ve imkânsızdır. Çünkü:

Fransa, 1994 yılında Ruanda’da İnsanlık tarihinin en büyük soykırımlarından kabul edilen ve 800 bin kişinin öldüğü soykırımı gerçekleştirmiştir. 1954’ten 1962 yılına kadarki Cezayir’in, Fransız sömürgesinden kurtulma mücadelesinde 1 milyon Cezayirli hayatını kaybetmiştir.

İngilizler, tüm dünyanın gözleri önünde 1800-1960 yılları arasında yapmış olduğu katliamlarla 2 ile 5 milyon arasında insanın ölümüne neden olmuştur.

Medeniyetler Diyaloğu kitabında Roger Garaudy şunları ifade ediyor. Batılılar, Amerika’nın asıl yerlisi olan 100 milyonu aşkın Kızılderili’yi öldürerek, dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı da öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirmiştir. Tüm bu soykırımların altında Amerika’ya yerleşen ve bugünkü ABD’nin temelini atan Batılılar vardır.”

Avrupa, şu anki gelişmişliğini, sömürdüğü Afrika ülkelerine borçludur. Kurdukları sömürü düzeniyle onların yeraltı ve yerüstü zenginliklerini Batı’ya taşıyarak rahat bir gelecek temin ederken, sömürdükleri ülkeleri de açlık ve sefalete terk etmiştir.

Bu canilerden, bu sömürgecilerden, bu haydutlardan barış ve adalet beklenir mi? “Dünyaya barış getireceğiz, insan hakları dağıtacağız” diyen BM’nin kuruluşundan bugüne kadar, dünyada savaşlar ve öldürme olayları hızla artmış, dünya barış yüzü görmemiştir. Bu gidişle göreceğe de benzemiyor.

Nasıl olsa öleceğiz. Zillet içinde yaşamaktansa, inandığı İslamî değerler uğrunda onurluca mücadele ederken ölmek daha haysiyetli değil mi? Kâfirin ölüsü ile Mü’minin ölüsü eşit değildir. Bilindiği gibi Uhud savaşı, Müslümanların yenildiği bir savaştı ve 70 şehit verilmişti. Bu duruma çok sevinen Mekke müşriklerinin emiri Ebû Süfyân, “Savaş sırayladır; bugün, Bedir Savaşı’na bedeldir, Bedir’in intikamını aldık” demesinin üzerine Hz. Ömer, “Evet, ama eşit değiliz. Zira bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz cehennemdedir” şeklinde cevap verdi.

Kısaca deriz ki; inancına baskı ve tasallutun yapıldığı bir zillet ortamında her gün ölerek şerefsizce bir hayatı yaşamaktansa, izzetli bir hayat yaşamak için mücadele ederken şereflice ölmeyi tercih eden Filistin Kıyamını başlatan mücahitler, dünyada yaşayan yaklaşık iki veya bir buçuk milyarlık “Marka Müslümanlarına” çok şey öğretmiştir. Eğer anlarlarsa…

Yalnız bu gerçeği, kendi değerlerine düşman, düşmanın değerlerine hayran olan içimizdeki yahudi zihniyetlilere, laik kemalistlere anlatamazsınız.

Bilelim ki, yürüyenler, yerinde sayanlardan; cihat edenler oturanlardan her zaman daha hayırlıdır. Bunu en güzel şekilde yapan Filistinli mücahit kardeşlerimizin Allah, yâr ve yardımcısı olsun. Onlara destek olmayan “Marka Müslümanları” utansın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi