SİYASET MEMUR İŞİ DEĞİL
Devlet memurlarının 7 Haziran 2015 günü yapılacak olan genel seçimde aday olma maksadıyla istifa etmeleri için YSK tarafından belirlenen son tarih bugün doluyor. Memurlar saat 17’ye kadar istifa dilekçelerini vermeleri halinde listeye girememeleri veya girip de seçilememeleri durumlarında memuriyete ve eski görevlerine tekrar dönebilecekler.
Yasal mevzuat bunu gerektiriyor. Yasa yapıcı memurların siyasete atılabilmek, milletvekili adayı olabilmek için mutlaka istifa etmeleri gerektiği kanaatine ulaşmış. Fakat işçi kadrolarını işgal edenler, özel sektör çalışanları görevlerinden istifa etmek zorunda değiller. Serbest meslek mensupları da görevlerinden ayrılmak durumunda değiller. İşleri, güçleri devam ederken aynı zamanda gidip, başvurularını yapabilir, siyasal sistemin işlemesine katkı sağlayabilirler.
Son söyleyeceğimizi ilk söyleyelim: Siyaset, genel anlamda, memura iyi gözle bakmıyor. Siyasete girmesini istemiyor. ‘Siyaset memur işi değil’, anlayacağınız.
Fakat yanlış. Memurlar bir şekilde ‘denklemin’ dışına itilerek, potansiyel aday sayısı azaltılıyor; ‘yönetici havuzu’ bilerek ve istenerek daraltılıyor. Böyle olunca da ‘meydan’ daha çok serbest meslek mensuplarına, işadamlarına, kendi ‘nam ve hesabına çalışanlara’ kalıyor.
Toplum nam ve hesabına çalışanlarsa siyasete girmek istediklerinde ilave birtakım sorumluluklarla ve zorluklarla baş etmek durumunda kalıyorlar. Prensip olarak onlara, yani serbest meslek erbabına veya özel sektör çalışanlarına itirazım yok. Olamaz da. Eğer kendilerini yeterli görüyor, hizmete talip olabiliyorlarsa aday olsunlar; topluma hizmet etsinler. Bundan daha tabii bir şey olamaz. Onlar da bu toplumun mensupları, onlar da bu toplumun değerleri.
Lakin siyasal sistem açısından memura istifa zorunluluğu getirilmesinin hangi tür getirileri var, anlamakta güçlük çekiyoruz. Çünkü ‘seçilememeleri halinde geri gelecekler’ zaten. İstifa ne sağlayacak? Etmeseler, kendilerine ücretsiz izin verilse, ya da yıllık izinlerini kullansalar ne olur(du)? Hiçbir şey. Bir müddet işinden ayrı kalır, dışarıda seçim çalışmalarını yürütür, aday olamama veyahut aday olup da seçilememe halinde eski görevine geri dönerler.
Ama korkuluyor...
Muhtemelen, memurların sınırlı sayıdaki koltuğa aday olmalarından, listeye girme ihtimallerinin yüksekliğinden birileri çekiniyor. Sadece memurlar, milletvekili veya belediye başkanı olsunlar demiyorum. Söylemeye çalıştığım şey, ‘mümkün olduğunca fazla ve nitelikli aday adayı’ seçime, değerlendirme sürecine katılsınlar demekten başka bir şey değil.
Siyasi mekanizmanın toplumsal zenginliklerin, yani ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi kaynakların, dağılımındaki hayati etkisi bizi karar vericiler konusunda dikkatli olmaya zorluyor. En doğru kararı verecek, ‘en adaletli tercihi ortaya koyacak kişiler yetkili makamları işgal etsinler’ deme gereği hissediyoruz. Ekonomik kaynaklar adaletli dağıtılmayınca toplumsal eşitsizlikler had safhaya ulaşıyor.
Adaylık konusunda bunları söyledik, ama ben daha uç bir şey söyleyeyim: İngiltere’de öğretim üyeleri üniversitedeki görevlerini yürütürlerken, aynı zamanda belediye meclisi üyeliği görevini de yürütebiliyorlar. Topluma pozitif katkı sağlamaları için gerekli düzenlemeler yapılmış.
Belediye meclisi üyeliği nihayetinde tam zamanlı bir görev değil. Ayın sadece belli günlerinde yürütülen bir iş. Ayrıca, öğretim üyeliği her ne kadar tam zamanlı bir görev olarak tanımlansa da yürütülen iş yarı zamanlı bir mantıkla ele alınıyor. 7/24 bir görev değil.
Bu düzenleme yapılırken ve öğretim üyelerine görev verilirken, arkasında yatan mantık şu: Yerel mal ve hizmetlerin planlanması esnasında öğretim üyeleri bilgi, görgü ve tecrübelerini toplumla paylaşabilsinler.
Toplumda, akademisyenlerin gündelik hayatın gerçek ve uygulamalarından haberdar olmadığını iddia eden yaygın bir görüş var. Lakin siz onların doğrudan uygulamaya katılmalarına izin vermezseniz, hayatın içinde aktif rol almalarına sıcak bakmazsanız gündelik hayatı nasıl öğrenecekler?
Akademisyen ve memurlara karşı güçlü bir lobinin varlığı inkâr edilemez bir gerçek. Osmanlı böyle miydi? İlim erbabı sadece medresede, okulda, ilim meclislerinde mi görev yapardı? Yoksa gündelik hayatın içinde ve toplumla beraberler mi? Cevap açık: Gündelik hayatın içinde ve toplumla beraber.
Yok, hayır şahsım adına ya da belli bir grup adına bir şey istiyor da değilim. İstediğim ‘toplumsal kararların verilmesine tüm toplumun katılması’. Belli kesimlerin kayırılması veya dışlanması toplumsal mutabakatı ve sosyal barışı etkiliyor da ondan.
Siyasi süreç toplumun farklı kesimlerini, gruplarını, zenginliklerini ve menfaatlerini temsil ederse daha sağlıklı kararlar alabilir, topluma yol gösterici olabilir. Demokrasi bu. Farklılıklar temsil edilecek, farklılık zenginlik olarak algılanacak. ‘Nasılsanız öyle yönetilirsiniz’ denilirken, kastedilen bu olmalı.
Sonra memurlar devletin kurumsal yapısını, anayasa ve yasaların temel mantığını, toplumsal meselelerde en doğru kararların nasıl verileceğini bilebilecek durumdalar. Belli eğitim seviyesine sahip, belli özellikleri taşıyan bir grup.
Ayrıca, zaten toplumla ilgili çok hayati kararları verebiliyorlar. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın MV olmak için istifası hakkında sarf ettiği laflar bunu açıklayıcı mahiyette: ‘Yaptığı işi 50 milletvekili yapamıyor’. Hakikaten de öyle. Özellikle bazı bürokratlar bakanlardan daha etkili ama memura karşı bir duruş var.
Siyasette nitelik artırılmalıdır.
Siyasette katılımcılık benimsenmelidir.
Siyaset tüm toplumu ilgilendirdiğine göre, toplumu her anlamda temsil de etmelidir…