ŞİFRE UZUN DÖNEM İSTİKRARI
Ekonomiler FED, ECB uygulamayı düşündüğü para politikalarını anlamaya, olası değişmelere ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği puanlara göre önlem almakla uğraşırken, bir de hiç kimsenin beklemediği şekilde tombaladan çıkan Trump’ın atraksiyonlarına karşı politikalar üretme psikozuna girmiş durumdadır. İngiltere’nin Brexit çıkışı, Euro bölgesinin uzun vadeli talep artışına dayanmayan kalıcı, istikrarlı ve uzun vadeli bir büyüme trendini yakalayamaması, artık dünya ekonomisi için sürpriz bir gelişme değildir. Aynı şekilde Çin ekonomisinin bundan önceki on yılki kadar, günümüzde çarpan etkisi oluşturarak istihdamı artıran, ucuz işgücü, enerji ve hammaddeye dayanan dünyanın bir nevi üretim makinesi niteliğindeki fabrika işlevini artık sürdüremediği ve sürdüremeyeceği anlaşıldı. Japonya’nın uygulamaya koyduğu tüm maliye ve para politikası araçlarına rağmen enflasyon oluşturamadığı, ekonomisini durgunluktan kurtaramadığı önümüzde bir gerçek olarak durmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin özellikle bizim gibi cari açık veren, üstelik ekonomik ve siyasi istikrarı bir türlü sağlayamayan ülkelerin, FED’in bu yıl içinde, - bence ikisi kesin olmak üzere - üç defa faiz artırım uygulamasına gideceğini belirtmesini de dikkate alındığında, yapısal sorunlarını popülist politikalardan uzak objektif ve master plan şeklinde kurgulamadıkları müddetçe, yakın gelecekte ekonomik, siyasi ve sosyal politika alanlarında kontrolü sağlamakta zorlanacakları ortadadır.
Küreselleşmenin tüm ülkeleri kapsayıcı gücü günümüzde, bu zamana kadar hiç olmadığı kadar artmıştır. Reel ekonomi ve finansal sektörde tasarruf fazlalıklarının değerlendirilme hızı ile alternatifler, fazla değil on, on beş yıl gibi ülke ekonomileri ölçeğinde düşünüldüğünde çok kısa olarak kabul edilecek süreler içinde bile, çoğalmıştır. Durum böyle olunca global ekonomi bazında, kendilerine kısa sürede yüksek kar kazanmayı amaçlayan, ekonomi literatüründe sıcak para (hot money) olarak nitelenen, toplam miktarları için 50 milyar dolar ile 300 milyar dolarlar olarak ifade edilen tutarların, en küçük bir iktisadi, siyasi ve sosyal kriz olasılığında bile, bir ülkenin finansal piyasasından çıkıp farklı ülkelerin finansal piyasalarına sektörlerine girmeleri, bilgisayarın enter tuşuna basacak kadar yakınlaşmıştır. Doğrudan yabancı sabit yatırımların ülke ekonomilerini çarpan etkisiyle hızla büyütmeleri, geldiği ülkenin teknoloji düzeyini yükseltecek nitelikte katkı yapması, kalifiye istihdam oranını yükseltmesi gibi birçok kalıcı ve önemli etkileri bulunmaktadır. Söz konusu doğrudan yabancı sabit yatırımların, gideceği ülkede ucuz işgücü, enerji gibi maliyeti düşürecek faktörleri göz önüne alması yanında, günümüzde bu faktörlerden daha çok ekonomik istikrar başta olmak üzere siyasi, sosyal ve demokrasi düzeyinin gelişmişliğine ve uzun vadede kalıcı bir şekilde istikrarlı bir süreç olgunluğuna ulaşıp ulaşmadığına göre şekillenmektedir. Bu açılardan gözlemimizi Türkiye üzerine çevirdiğimizde, durumun ülkemiz adına pek iç açıcı olmadığını söylemek, hiç de abartılı bir yaklaşım değildir. Ülkemizin potansiyel kalkınma/büyüme hızının %5 olarak hesaplanmasına rağmen, 2016 yılında %3’lük büyüme oranına ancak ulaşılabileceğinin bile neredeyse başarı olarak değerlendirilmesi, ülkemiz adına başta ekonomi olmak üzere siyasi, sosyal, hukuk ve demokrasi konularında daha alınacak çok yolumuzun olduğunu ve tüm millet olarak, daha çok sınavlarla karşılaşacağımız anlamına gelmektedir. Bu durum yıllardan beri ekonomi, siyasi ve hukuksal alanlarda ciddi bir altyapı oluşturamadığımızı, temel sorunlarımızı çözemediğimizi de, gözler önüne sermektedir. Örneğin sağlıklı ve istikrarlı büyümenin ana unsurunu oluşturan reel ekonominin gelişme trendinin, finansal ekonominin enstrümanlarının etkinliği karşısında güdük kaldığı, gerekli atılımı gösteremediği ve istikrarsız bir görünüm arz ettiği ortadadır. Reel ekonominin kalıcı olarak büyümesini sağlayacak olan unsur, orta veya yüksek teknolojiye dayayan imalat sanayinin ekonomide baskın duruma gelmesidir. 2014 yılından itibaren son üç yıla bakıldığında, sırayla sanayi artış oranı %3.5, %3.0 ve 2016 yılında %1.8, imalat sanayi artış oranı ise sırayla %3.1, %3.4 ve 2016 yılında %1.4 olarak gerçekleşmiştir. Sanayi üretim hızımızın, hem düşük hem de istikrarsız olduğu açıkça görülmektedir. Sanayi ve imalat sanayimizi istikrarlı, üstelik yüksek teknolojiye dayalı şekilde sağlam temeller üzerine inşa edemezsek, kalıcı, istikrarlı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlama yolunda bir arpa boyu ilerleyemeyiz. Bundan dolayı ancak, palyatif, kısa süreli, geçici sonuçlar doğuran ekonomik teşvik paketlerinden, ülkemizin yaşadığı iktisadi koşullar itibariyle (cari ve dış ticaret açık vermesi gibi) dünyada ilk uygulaması olan, üzerinde barındırdığı dinamikler nedeniyle şimdiden olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurup doğurmayacağı kestirilemeyen, kamuoyuna “Türkiye Varlık Fonu” olarak lanse edilen uygulamalardan çareler beklemek zorunda kalırız. Ancak hepimiz, ekonomilerin istikrarlı bir şekilde gelişmesinin yolunun bunlar olmadığını, üretmek, dünya pazarlarında satmak ve ortaya çıkan milli gelirin hakça bölüşülmesinden geçtiğini bilmekteyiz. O zaman çözüm belli; uzun dönemde milletin desteğini arkasına alan, istikrarlı ve üretim odaklı ekonomi politika uygulamalarına hemen geçilmelidir. Yoksa her alanda kaoslu günler, aylar, yıllar bizi bekliyor.
Soru: İthalata bağımlı ekonomik büyüme sürekli olabilir mi? Neden?
Sözün Gözü: Kalbi temiz olan kişi hep genç kalır.