SELAM YÜCE ÖZGÜRLÜK!
Böylesini hiç görmemiştik. 3 Temmuz günü gösterime giren doğaçlama bir darbeyi canlı yayında izliyoruz. Haksızlığı, baskıyı, zorbalığı, merhametsizliği, insanlıktan çıkışı, zulmü, yalanı, iftirayı, küstahlığı, hakareti ve katliamı dehşetle ve ibretle an be an seyrediyoruz. Gezi olaylarında dolduruşa gelerek tıpkı Yunan ordusu ile savaşırmış gibi Türk polisi ile ölümüne çatışmaya girenlerin uygulamaya koyduğu planın aynısının Mısır’da tümüyle gerçekleştiğini göz önüne alırsak, Gezicilerin başarılı olması halinde başımıza nelerin geleceğini de açıklıkla anlamış olduk. Allah’ın icraatı genellikle biraz ironik olduğu için, elbette her şeyde bir hayır vardır. Sadece canlı yayın darbesini değil tabii, aynı zamanda darbenin otopsisini izliyoruz. Bu olay bölgedeki bütün demokrat ve devrimci Müslümanlar için olduğu kadar, darbe yapmak isteyenlere yardım edenler için de olağanüstü bir ders niteliği taşıyor. Mehmet Ali olanları izliyor ve katliamla birlikte darbeyi lanetleyen bir tweet atmış… Önümüzdeki günlerde yargıdan gelebilecek tehlikeleri savuşturmak için biraz da demokratlık rolü yapmak gerektiğini düşündüğüne olasılık tanımayı istemezdim. Önümüzdeki canlı yayın darbesini “Gezi zekâlılar” daha dikkatli izlesinler.
Olay karşısında Türkiye’nin tavrına gelince…
“Devletlerin dostu olmaz, çıkarları olur.” şeklinde uluslar arası geçerli bir söz vardır ve dünyadaki bütün devletlerin dış politikasının temel paradigmasıdır; ancak Türkiye bu yaygın dış politika kuralını da ters yüz etmiş durumdadır. Çünkü Mısır’da yürütülen demokrasi, hak ve insan katliamına karşı çıkmakta herhangi bir çıkar göremedikleri için sessiz ve duyarsız kalan tüm dünyaya karşıtlık içinde ilk günden bu yana salt insanlık değerleri adına sesini yükselten tek ülke olmuştur. Böylece dış siyasette çıkarları değil, evrensel insanî değerleri ve vicdanı öncelemektedir. Türkiye, etrafında diktatör dost ve komşu görmek istemiyor.
Temelde İsrail’in güvenliğini garanti altına almaya yönelik makro bir planın parçası olan bu kargaşanın ardından, saltanatlarını sürdürmek isteyen Körfez ülkelerinin İsrail ile nasıl da kol kola girmiş olduklarını net bir biçimde görmüş olduk. Çünkü Mursi demokrasi caddesinde yürüyüp iktidara gelerek çevredeki diğer ülkelere ikinci bir rol model oluşturmak, Rumların Akdeniz’de Amerikan ve İsrail firmalarıyla doğal gaz çıkarma girişimleri ile ilgili olarak daha önce atılmış olan imzaları geri çekmek, Refah Sınır Kapısı’nı açmak gibi affedilmez birtakım vukuatlar işlemişti…
Mısır’da direnenler sadece kendileri için değil, aynı zamanda bütün İslam dünyasında başlamış olan bahara uyanışın kışa dönmemesi için direniyorlar. Kaybetmelerinin diğer İslam ülkelerindeki Müslümanların moralini de bozulacağından, kendileriyle birlikte onları da ebedî bir mağlubiyete mahkum edeceğinden korkuyorlar. Bu yüzden, son derece kararlı, inatçı ve ısrarcı davranıyorlar. Bir milyon şehit verseler bile bir şekilde zafere ulaşmadan geri dönmeyecek olmanın ağır sorumluluğu altında “Özgürlük ya da şehâdet!” ikilemini onursuz bir köleliğe ve yoksulluğa tercih ediyorlar. Bir anlamda, şanlı ve onurlu bir devrimin nasıl yapılacağı konusunda bütün dünyaya destan gibi dersler veriyorlar. Biliyorlar ki, baskı ve zulümden kurtulmak özgürlük getirir; ama şehadet daha büyük ve sonsuz bir özgürlük bağışlar…
Anlaşılan, Allah’tan başkasına kölelik etmeyi reddeden yüce özgürlük adına devrim yeni başlıyor!