Saklandı Çocuk Dağına
Küçük bir çocuktu daha, dokuz mu yaşı on mu, saçları dalgalı uzun bırakmış babası, bu yıl bitecek ilk mektep dahası. Küçük bir çocuktu çocuk olmasına da yüreği on yaş büyüktü sanki, afacan, ele avuca sığmaz ve delikanlı, babasının tıpkısı. Mahallenin cesur çocuğu o ve babasının küçük çırağı…
Epey olmuş memleketten büyük şehre geleli, gün gelip ata toprağına dönmeyi hayal etseler de zor artık bu koca şehirden çıkmaları. Evleri bodrum katta iki göz oda bir küçük mutfak, bir kız kardeşi daha var gözleri çakmak çakmak. Annesi sessiz, sakin ağır başlı yuvasının derdinde bir Anadolu kadını. Yaşanmamış ve anlatılmamış bir hikâyenin baş kahramanları onlar, yoksulluğun ve yoksunluğun içinde bir yudum sevinci paylaşmanın derdinde…
Küçük çocuğun babası yitme bir el arabası ile sebze meyve satar. Doğunun mazlum ve mahzun insanlarından biri o. Yiğit gözü pek yağız bir delikanlı. İnsafsız ve beyhude bir davanın son evladı olarak ve kaçarak gelmiş bu koca şehre. Kan bulaşsın istememiş eline, yavruları da bu yolda can versin razı gelmemiş, isyan mı dersin cesaret mi dinlememiş işte atayı ağayı, kaçmış sedasızca.
Memlekette varlık içinde büyük arazi sahibi olmak varken gelip burada üç beş kuruşa ekmek peşinde koşmak ne ile izah edilir ve hangi bedelle ödenir, düşünmemiş bile. Şimdi halden aldığı zerzevatı satıp geçiniyor işte, zorluk, meşakkat, yokluk var mıdır, vardır. Lakin bir tas çorbanın huzur olduktan sonra tadı başkadır. Başkadır başka olmasına da burası da büyük şehirdir, kendince yasası, kuralı, raconu vardır.
Yitme tablası ile sabahtan akşama kâh semt pazarlarında kâh yol boylarında işine hile hurda katmadan, bire alıp ona satmadan, kavgaya gürültüye karışmadan evine ekmek götürmenin peşinde. Buna rağmen rahat vermemiş büyük şehrin büyük patronları. Nereye dursa parsellemiş birileri, kimi hava parası istemiş kim yer kirası. Sebepsiz kavga çıkaran da olmuş, itip kakan, hakaret eden de. “Siz kimsiniz” diyecek olmuş, gelip birileri posta koymuş. Korktuğundan değil, kavgadan kaçtığından acizlikten değil o iki çocuğun hatırına susmuş, geri çekilmiş. Aslında boyun mu eğmiş, hayır… Dik durmuş, kiminin suyuna gitmiş kimine söz söylemiş ne zaman kavga çıkacak olsa gözünün önüne çocuğu gelmiş. Kaçış bulamayıp da girdiği kavgalarda sillesini yiyenler, çekinmişler, sert kayaya çarptık deyip kolay kolay ilişmemişler.
Bizim küçük çırak, babasının yanında kavganın tam da ortasında bir mektep gibi işte böyle öğrenmeye başlamıştı hayatı. Okula gitmediği günler, daha aydınlanmadan hava yola düştü babasının yanında. Yorgunluktan bitap kalıp tezgâhın altında kasaların üzerinde uyuyakaldı. Canı çok çektiği halde babası izin vermeden tek bir elma almadı. Bu yaşına rağmen tek başına tezgâhta durup satış yaptı. En çok da zemheride soğuktan uyuşan parmaklarını tenekede yanan ateşle ısıtmaktan hoşlanmadı.
İlk büyük dersini yine böyle bir zemheri soğuğunda aldı. Semt pazarının en dışında kuytu bir köşede Pazar tablasının başında yalnız olduğu o gün; tezgâha yanaşan bir adam ne gördüyse tarttırdı, iş para vermeye gelince hır çıkardı. Bağırıp çağırmaya başladı “şu çocuğa bakın parasını verdiğim halde benden yine para istiyor, kim bunlar, kendini ne sanıyor” deyip gürlemeye başladı.
Bizim delikanlı öfkeden kendini yiyor ne yapacağını şaşırıyordu. Adam “cüzdanımı da çalmış” diyerek işi daha da büyüttü. Çevreden esnaf toplandı, laf söz alıp çoğaldı. Üstüne üstlük adamın yanında ona arka çıkan “izin ver alalım” ifadesini deyip tehditler savuran bir gurup peyda oldu. Mesele anlaşılmıştı; onların burada olmasını istemeyen güya mekânın sahipleri kavga için zemin hazırlamışlardı.
Delikanlı, tezgâhın önüne geçip ellerini yumruk yaptı, gözleriyle babasını arıyor, kalbinin bu kadar hızla atışına engel olamıyordu. Tanıdığı bu duygu korku muydu? Hem “bana hırsız diyemezsin” diye bağırıyor hem etrafını kolluyordu ama tek bir çocuğun sesi sırtlanlar gibi bağırıp duranları bastıramıyordu ta ki babasının narası pazarı doldurana dek. Bir dağ gibi geldi babası bir denizin dalgası gibi. Kalabalığı yarıp çocuğun önünde durdu, bir kale gibi, bir baba gibi durdu.
Hır çıkaran adam ve avenesi gemi azıya almışlardı ama şimdi karşılarında bir dağ duruyordu. Adam, çocuğuna sordu “bu kişi parayı verdi mi?” “Hayır” “cüzdanını aldın mı?” “Hayır.” Adam dönüp “eğer çocuğum diyorsa doğru diyordur, niyetiniz bellidir, gerisi size kalmış” deyip haykırdı. Öyle bir haykırıştı ki bu… Herkes sustu, hır çıkaran adam kem küm dedi, etrafındakiler durumu anladı. İlk hamleyi yapan bu dağa çarpacaktı.
Çocuğun babası, hır çıkaran adama dönüp “bak cebine, eğer cüzdanın yerinde değilse ben keserim cezasını” dedi. Adam bu kararlı duruştan bu haykırıştan bu derin ve sarsan bakıştan kaçamadı. Ne varsa elinde oraya bırakıp uzaklaştı. Bizim delikanlı babasının yanında hiç sarsılmadan dağına saklandı.