REKLAMIN AKADEMİSYENİ SEKTÖRDEN KOPUK OLAMAZ
Üniversite deyince genelde aklımıza kalın kitaplar, ezberle geçilen dersler, yoğun ders çalışma saatleri gelir. Üniversite hocası dediğin elit, halktan uzakta, kitapların içerisinde boğulmuş, hayatı literatürle yöneten kişilerdir maalesef. Bazı bölümler için sürecin sadece teoriden ibaret olduğunu söylemek doğrudur. Fakat reklamcılık, halkla ilişkiler gibi birebir hayatın içerisinde yer alan bölümler hem teori hem de pratik bilginin birlikte hareket edeceği, hatta pratiğe daha çok ihtiyaç duyan bölümlerdir. Aslında bunun tüm iletişim fakültelerine yaymak mümkündür. Bir reklam kampanyası, halkla ilişkiler kampanyası yapmadan, halkla ilişkiler ve reklamcılık mezunu, bir gazetede haber yapmayı öğrenmeden gazetecilik mezunu, televizyon rejisinin tozunu yutmadan, kameraya dokunmadan bir sinema ve televizyon bölümü mezunu olmak gerçek hayatta hiçbir işinize yaramaz.
Genel itibariyle sadece teoriden ibaret olan okullarda öğrenciler çıktıklarında sudan çıkmış balığa döner, ne yapacaklarını şaşırırlar. Çünkü kitapta okudukları, hocaların anlattıkları ile gerçek iş yaşamı çok farklıdır. Hatta bu o kadar normal olmaya başlamıştır ki, işe yeni başlayan mezunlara ilk söylenen okulda öğrendiklerini kapıda bırakmalarıdır. Tabi bunla karşılaşan öğrencinin yaşadığı psikolojik durumu düşünmek gerekiyor. Yıllarca reklam kampanyasını sadece kitaplardan öğrenmiş bir kişinin durum analizi, rakip analizi yapmasını yaratıcı stratejiler geliştirmesini ve yaratıcı metinler yazmasını bekleyemezsiniz. Bu ancak uzun bir çalışma döneminden sonra oturmaya başlar ama bu sefer de öğrendiği teorik bilgiler yok olur. Bu aslında iletişim fakültelerinin büyük bir açığı ve ayıbıdır. İletişim fakültelerine gerçek yaşamda güvenin sarsıldığını gösterir. Her bölümün olsa da iletişim fakültesi akademisyenlerinin sektörden kopuk olma lüksü olmamalıdır. Bir reklam akademisyeni sektörü ne kadar iyi bilir, sektörle ne kadar iç içe olursa, mezun edeceği öğrencilerden sektöre kazandırdığı kişi sayısı o kadar fazla olur. Bu da hem üniversitenin sektörel anlamda algısını değiştirir hem de öğrencilerin tercih sebebi olmasını sağlar.
Öğrenciler sektöre girdiklerinde bocalamamaları için okul hayatları boyunca daha birinci sınıftan itibaren ciddi bir uygulama derslerine tabi tutulmalılar. Teorik bilgiyi uygulamaya dökebilecek yeteneği kazanmalılar. Yoksa her şey defter ve kitaplarda yazıyla kalır. Öğrenciler yaratıcı düşünme yeteneklerini geliştiremez, sadece verilen bilgileri ezberleyerek ders geçerler. Sınav odaklı bir öğrencilik yaşamı sürerler. Oysa üniversitelerin görevi öğrencileri sınavla sınamaktan ziyade onlara farklı bakış açıları kazandırabilmek, onların aldıkları teorik bilgileri uygulamaya dökmelerini ve yaratıcı düşünme yeteneği elde etmelerini sağlamaktır. Bugün dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde üniversite ile sektörler iç içeyken bizim ülkemizde maalesef hala istenilen düzeye ulaşılamadı.
Üniversite tercihleri yapacak olanlara da en önemli tavsiye okulun hocalarını iyi araştırmaları, sektörle olan ilişkilerini iyi görmeleridir. Sektörden kopuk, halktan kopuk, popüler kültürden bir haber hatta karşı olan bir reklam akademisyeni sizi geleceğe taşıyamaz.