Piyasası ne bunun?
İnsanoğlu sınırlı imkanlarla sınırsız arzu ve isteklerini gerçekleştirme çabasına girdiğinden beri hep daha fazla kazanmanın derdine düştü. Az üretip çok kazanmak, çok tüketip az harcamak gibi bir denklem, çağın piyasa formülü haline geldi. Ekonomist değilim lakin idare etmem gereken bir ekonomi var; en azından evin ekmeği, arabanın benzini, evin elektriği ve dahası… Hal böyle olunca piyasa denen emtia döngüsü beni çoktan içine almış durumda.
Kent yaşamından uzakta, medeniyet ulaşmamış bir yaşam alanı kalmış mıdır, kalmıştır. İstatistiksel bir değer taşımadığı bir gerçek. Çok az da olsa o insanların yaşadığı hayat ile bizim yaşadığımız hayat arasında biyolojik ve fiziksel olarak fark var mıdır? Doğum ve ölüm arasında bir insanın diğerinden farklı bir sonu olmadığına göre bizi diğerlerinden ayıran şey yaşam şeklimiz ve devam eden hayatın biçimi değil midir?
Tüketimin bir araç ve bir vesile olduğu unutulup amaç ve gaye edinilmesi, ulaşılacak hedeflerin de değişmesine sebep oldu. Avcı ve toplayıcı olarak tanımlanan bir nesil geçtiğine göre bu dünyadan demek ki daha önce dünyada var olan yetebiliyordu insana. Geldiğimiz noktada tüketmek ve daha çok nasıl tükettirmek üzerine kurulu bir piyasa ile karşı karşıyayız. Üretimin insana yetecek kadar yapılması bu piyasa için hiç de uygun değil. Piyasa her şeyi üretip onu pazarlayabilmenin peşinde. Hatta hazır üretilmiş olanları, üretilmese de var olanları piyasanın malı haline getirebilecek bir zihnî yapı çoktan inşa edildi.
Günümüz insanının ortalama ihtiyaçları ister uzak bir köyde ister büyük bir şehirde olsun düne göre çoğalmış ve çeşitlenmiştir. İnsanın dünya hayatını idame ettirecek temel ihtiyaçlar halen okullarda yiyecek, içecek, barınma olarak öğretilse de tüketim piyasası artık ihtiyaçları, pazarlama ilkelerine göre sınıflandırmaktadır. Olan şu; kimin neye hangi oranda ihtiyaç duyacağını piyasa belirliyor. Daha ötesi sizin neye ihtiyacınız olduğunu sizden başka herkes biliyor.
Pazarlanabilecek ne varsa piyasanın kontrolü altında şekil alıyor. Daha ötesi sadece üretimi değil pazarlama konusu olabilecek ne varsa pazar malı haline geliyor. Ekranlarda gördüğünüz o aile programları, yatılı, yemekli yarışmalar, aile dramlarının sere serpe ortaya saçıldığı, mahremmiş, ayıpmış düşünülmeden ortaya dökülenler neyi pazarlıyor olabilir? Hisleri, gözyaşını, mahremiyeti, insanın merak duygusunu… Sahi gözyaşının piyasası var mıdır?
Yazının ekranlardaki bu durumu ihtiva etmediğinin farkındayım lakin piyasa insani ve vicdani bir his taşımıyor. Sayıların krallığında, büyüyüp küçülen sayıların birer müşterisiyiz biz. Bankalar, borcunu ödeyen, vaktinde vereceğini kapatan müşterilerden pek de memnun olmuyor. Borcunu borçlanarak kapatan müşteriler piyasa için daha tercih ediliyor.
Sayıların pazarlandığı bir dünyada duygular neye yarayacak? Misal cep telefonunuz hangi paketin müşterisi? Internet misal sadece sayısal veriler olarak pazarlanıyor. 1 (bir) GB (cigabayt) kaç para olacağını kim belirliyor? Manavdan elma armut almıyoruz ki. Cep telefonumdan bir GB Internet harcadığımı nasıl ve neye göre ölçüyorlar? Yok, şimdi kalkıp dijital sayılardan, bilgisayar ağından filan bahsedecek değilim. Lakin piyasanın sayılar üzerinden beni kendisine konu edinişi ağrıma gitmiyor değil.
Ağrıma gidiyor gitmesine de piyasanın değirmenine su taşıyan da benim. Üç artı bir daire alt sokakta şu fiyata olursa benim ki cadde üstü tabi ondan fazla olacak deyip kirayı ikiye katlayan bir anlayış da var. Cadde üstünün diğerinden daha pahalı olması gerektiğini kim ne zaman öğretti? Piyasa değil mi… Sen de haklısın!