PETROLÜN AYAK SESLERİ
İçinde bulunduğumuz şu günlerde hem ülkemiz ve hem dünya, siyasi ve iktisadi açıdan önemli eşikleri en az hasarla atlatabilmenin mücadelesini veriyor. Ülkemiz açısından 16 Nisan’da yapılan yeni anayasa referandumunun oylanması ve sonuçlarının kısa, orta ve uzun dönemde başta ekonomi olmak üzere siyasi, toplumsal ve sosyal alanlarda olası etkileri, kamuoyumuzu meşgul edecek konuların başında gelmektedir. Küresel ölçekte ise öne çıkan başlıklar olarak; Kuzey Kore- ABD arasında nükleer denemelerle ilgili dalaşmalarını, ABD’nin Suriye’ye kimyasal silah kullanımı nedeniyle yaptığı saldırının ABD – Rusya – Çin – İran dörtgeninde dönen basın üzerinden karşılıklı atışmalarını ve buradan parlayacak sorunların, terör örgütlerinin de yine bu dört ülke tarafından kendi çıkarları gereği desteklenmesiyle tüm Orta Doğu’nun stresini artıracak sonuçlar doğurmasını sayabiliriz. Günümüzde geçmiş sekiz yılın aksine, dünyanın direksiyonunda Obama gibi olaylara daha siyasi ve yumuşak bir yöntemle yaklaşmaya çalışan biri yerine, artık agresif, hırçın, özel sektörden geldiği için devleti de aynı mantıkla yönetebileceğini düşünen, en kısa yoldan sonuca ulaşmak adına ani ve çabuk kararlar verebilen, üstelik arkasına dünyanın bir numaralı askeri ve medya gücünü alan, D. Trump oturmaktadır. Esed’in siviller üzerine kullandığı kimyasal silah saldırısı üzerine Trump’ın ufak bir uyarıdan sonra hemen Suriye’yi bombalaması, bundan sonra meydana gelebilecek iktisadi, siyasi ve askeri konulardaki tüm gelişmeler için, Trump’ın Obama’ya göre olayları çözme tarzının ne kadar farklı olduğunu göstermesi bağlamında tüm ülkeler için, alınması gereken açık bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.
Küreselleşmenin ekonomi, siyasi, sosyal, kültürel ve toplumsal her alanda kapsayıcılığının arttığı, dünyanın adeta küçük mahalle konumuna geldiği ve herkesin her şeyden etkilenip haberi olduğu 21. yüzyılda, ülkelerin hiçbir konuda hata yapma lüksü kalmamıştır. Ekonomik ve siyasi gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerlemeye devam ederken, her ülke öncelikle tüm halkının desteğini arkasına alan ve kendi dokusuna uygun kalkınma, büyüme ve ilerleme politikalarını benimseyip uygulamaya koymalıdırlar. Ancak bunları başaran ülkeler küresel, bölgesel ve ülke içindeki gelişmeler karşısında gerekli refleksi gösterip, sorunların üzerinden gelebilirler. Dünyanın her noktasında olaylar meydana geldiğine ve geleceğine, bunların etkilerinden de kaçınılamayacağına göre, gelişmekte olan ülkelerin (BRIC) refah seviyelerini yükseltmek için, özelliklede Orta Doğu gibi dünyanın ateş topu haline dönüşebilecek en riskli bir coğrafyasına komşu, devlet kültürü ve potansiyeli üst düzeyde ülke konumundaki Türkiye’nin, referandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın, 80 milyon vatandaşıyla tek yürek olup birlik içinde hareket etmekten başka çaresi bulunmamaktadır. Bu gerçeğe seksen milyonun inanması ve ona göre davranması şarttır.
ABD tarım dışı istihdamın düşük çıkması, D. Trump – X. Jinping görüşmesinin genel beklentinin tersine ekonomileri sarsmayacak şekilde anlaşmayla sonuçlanması, Rusya’nın Suriye’yi desteklemesine İngiltere’nin tepki göstermesi ve ABD’nin de desteğini almasıyla gerginliğin ve karşılıklı demeçlerin sertleşerek artması, Yellen’in 2017 yılında faiz artırımlarının devam edeceği anlamına gelen açıklamalarına karşın Trump’ın doların değer kazanmasının ABD ekonomisine zarar vereceğini belirtmesi, Yellen’in tekrar FED başkanlığına aday olması olasılığının güçlenmesi, ABD’de yıllık ÜFE’nin % 2,3 olarak gerçekleşmesi ve finans sektörüne dair tüketici güven endeksinin yükselmesi, Euro bölgesi sanayi üretimin binde 3 azalması, Güney Afrika Maliye Bakanının görevden uzaklaştırılması ve bakanlar kurulu değişikliği nedeniyle S&P ile Fitch’in yatırım yapılabilir düzeyin altına indirdiğini ve Moody’s’in gözden geçirme kararı aldığını açıklamasının tedirginliği artırması, Suriye, Kuzey Kore, Orta Doğu ve uluslararası boyutlu hale getirilip palazlandırılan terör örgütlerinden kaynaklanan jeopolitik risklerin yükselmesi gibi değişiklikler karşısında, küresel bazda ayakta kalabilmenin yolu reel ekonominin sağlamlaştırılması ve sonrasında reel sektörün gelişimine paralel hacimde büyüklüğe kavuşturulmuş, finansal sektörün desteklenmesiyle sağlanır. Küresel ekonominin kalıcı bir şekilde yıllık % 4 ortalama büyüme hızında sabitlenememesi, petrol üretimi konusunda sağlanan anlaşmanın Haziran ayında sona ermesi ve sonrasında nasıl bir sürecin gerçekleşeceği konusunda belirsizliğin ağırlık kazanması, alternatif kaynakların petrolün yerini almada yetersiz kalacağının bilim adamları tarafından öne sürülmesi hatta 2020’li yıllarla birlikte petrolün fiyatının 100 dolar civarında oluşacağının tahmin edilmesi, cari dengesi sürekli negatif veren Türkiye gibi ülkeler için hiç de iyi bir gelişme değildir. Petrol ithal etmek zorunda olduğu için, ihracat yaparak döviz kazanmak da zorunda olan ülkemizin, yüksek teknolojiye dayalı üretim ekonomisi aşamasına geçmekten başka çaresi bulunmamaktadır.
Soru: Munzam karşılık oranının artırılması toplam talebi etkiler mi? Neden?
Sözün Gözü: Bazen düşmek iyidir, gerçek dostlarını öğrenme fırsatı bulursun.