PAPA HAÇLI SAVAŞINI BAŞLATTI
Papa, geçtiğimiz pazar günü Pazar Ayininde, ilk kez ‘Ermeni Soykırımı’ ifadesini kullanarak, ülkemiz açısından çok kritik olan yeni bir dönemi başlattı. Uzunca süredir uyardığımız gibi, sözde Ermeni soykırımı iddialarının 100. yılına denk gelen bu sene bir takım planlı, programlı faaliyetlerle Ermeni yılı etkinlikleri dünyaya duyuruluyor. Ermeniler Roman Katolik Kilisesi’ne mensup olmamalarına ve aralarındaki husumete rağmen Papa ile ‘ortak bir faaliyetle’ dünyaya açılıyorlar.
Hıristiyan dünyası açısından son derece önemli olan Ayin, ‘soykırım tarihi’ olarak ifade edilen 24 Nisan yaklaşırken, son düzlükteki ilk etkinlikti. Düğmeye Papa bastı. Bundan sonraki dönemde Türkiye aleyhine çok yoğun faaliyetler, karalama kampanyaları gündeme gelecek. Başka ve tüm hesaplarını, Ermeni ‘kılıfı’ altında gündeme getirmek isteyen Hıristiyan dünyasına gün doğdu.
Konuyla alakalı, muhtelif yazılar kaleme aldık. Uyarılarda bulunduk. ‘Türk kamuoyu olarak her şeye hazırlıklı olmalıyız’ dedik. ‘Her cepheden gelebilecek saldırılara duyarlı olmazsak, sıkıntı yaşarız’ ifadelerini kullandık. Bugün ‘o’ gün. Saldırılar Papa eliyle başlatıldı. Tüm dünyaya ‘mesaj’ onun eliyle verildi.
Bugün Avrupa Parlamentosu meseleyle alakalı bir karar tasarısı oylayacak. Kabul edilmemesi için hiçbir sebep yok. Savaş bir Haçlı Savaşı. Diğer bütün Haçlı Savaşlarında olduğu gibi temel saik Müslümanlara saldırmak, onları maddi ve manevi olarak zafiyete uğratmak.
Bütün bunlar olurken BM Genel Sekreteri boş durur mu? Ban Ki-Moon’un sözcüsü söz konusu iddialarla alakalı olarak ‘Trajik olaylar’ ve ‘Katliam Suçu’ ifadelerini kullanmaktan geri durmadı. Bu kelimelerin hangi anlamlara geldiğini, hukuki dile aşina olanlar gayet iyi bilirler. Meseleyle alakalı olarak Batıdan duyabileceğimiz en ‘ılımlı’ dil bu. BM Genel Sekreteri ‘eşik’ oluşturur. ‘Üstü olabilir, ama altı olmaz’. Gerisini varın, siz düşünün.
21 YY savaşları sadece cephede ve ‘sıcak’ savaş olarak yürütülmüyor. Siber savaş, bilgi savaşı, ticaret savaşı, moral savaş, sessiz savaş, sivil savaş, diplomatik savaş gibi pek çok yeni türü var. Artık bu cephelerden gelebilecek saldırılara hazırlıklı olma zamanı.
Bundan sonra her gün adını, sanını duymadığımız taktik ve yöntemlerle karşımıza çıkacaklar. Geçenlerde elektrik kesintisiyle ‘sarsıldık’. Yarın ne olacağı konusunda elimizde bir cevabımız yok.
Haçlı Savaşı her zaman Hıristiyanlar eliyle yürütülmez. Eskiden de böyleydi. Haçlı orduları içinde Müslüman, Yahudi, ateist, Budist gibi farklı inanç sistemlerinden insanlar bulunabilir. Çözmek istediği herhangi bir hesabı olan herkes ‘güruha’ katılabilir.
Bugün bunun adı ‘Paralel’ olabilir mesela. Onları sahaya sürmek için boşuna beklemediler. Geçtiğimiz günlerde aynı ‘Paralel’ komplocular 74 ABD Senatörü imzasıyla Türkiye aleyhinde bir mektup yayınlattırmadılar mı? Daha ne olsun?
Kim bilir, belki yarın Kanada, Fransa, Belçika, Hollanda soykırım yalanına sarılacak. Belli mihraklar uzunca süredir Müslümanlarla ilgili çok ciddi algı operasyonları yürüttüler. Kamuoylarını Müslümanlarla ilgili gelebilecek her türlü haberi kabullenmeye ‘hazır’ hale getirdiler.
Savaş kısa sürede bitmeyecek. Uzun yıllara yayılacak. Türkiye ne zaman uluslararası güç odaklarını rahatsız edici bir harekette bulunsa, birilerinin ayağına bassa, BM Güvenlik Konseyini eleştirse soykırımı iddiaları temcit pilavı gibi ısıtılıp, ısıtılıp ‘servis’ edilecek.
Şahsi kanaatim, ülkemizin uzun yıllardır bu meseleye yeteri kadar ilgi göstermediği yönünde. Dünyanın farklı coğrafyalarında meskûn dost milletler ve toplumlar, yani Türk diasporası nezdinde planlı çalışmalar yürütebildiğimizi söyleyemem. Buna üniversitelerimiz ve akademisyenlerimiz de dâhil. Kurumların pek çoğu maalesef kısır tartışma ve çekişmelere yoğunlaştılar.
İddialarla ilgili, sürekli olarak ‘resmi’ tezler geliştirme derdine kapıldık. Sürekli savunma refleksiyle, ama elimizde yeterince güçlü ve bilimsel olmayan ‘delil’ ve ‘söylemlerle’ dünya sahnesine çıkmaya kalkınca sıkıntılar yaşadık.
Karşımızda çok karmaşık olaylar var. Son derece sofistike yöntemler kullanıyorlar. Ayrıca kullandıkları söylem ve iddialar Batılı ülke ve kamuoyları tarafından kullanılan dile ve yöntemlere uygun.
Çözüm uzakta değil aslında. Türkiye yurtdışında faaliyet sürdüren STK’lar ve düşünce kuruluşlarından yeterince yararlanamıyor. Bilimsel dünya resmi ağızlardan gelen açıklamalara itibar etmiyor. Açıklamalar değerlendirilirken, ‘değerlendirmeye ve değerlendirmeyi yapan kişiye bakmak suretiyle arada bir menfaat ilişkisi var mı’ sorusunu gündeme getiriyorlar.
Türkçeden başka dil bilmeden meseleyi değerlendiren bilim insanlarına kimse saygı göstermez, dikkate almaz. Bilenlerden başlamak kaydıyla acilen ve büyük bir motivasyonla konuya eğilmeliyiz. Tarihçilerimiz, siyaset bilimcilerimiz bugün ‘meleklerin cinsiyetini’ tartışıyorlar.
Yurtdışında yapılması gereken ilk şey başta Avrupa olmak üzere yurtdışında faaliyet gösteren STK’larla bir kez daha ve ‘yoğun’ biçimde temasa geçmek. Uluslararası lobi şirketlerine dayanmak yerine, kendi kaynaklarımıza daha fazla güvenmek. Onları desteklemek. Onların meseleyi sahiplenmelerini sağlamak.
Yurtiçinde mesele herkesi ilgilendiriyor. Ama önce resmi kurum ve kuruluşları. Buna merkezi idare ve yerel yönetimler de dâhil.
Bir dönem Erasmus program koordinatörlüğü görevini yürütürken yurtdışına gidecek öğrencilere bu konuda bilgilendirme yapardık. Şimdi yapılıyor mu, bilmiyorum?
Ama herkesin yapabileceği bir şey mutlaka var.