Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal ÖNCE ABD’NİN ÇIKARI, GERİSİ HİKAYE

ÖNCE ABD’NİN ÇIKARI, GERİSİ HİKAYE

Ekonomilerdeki Çin merkezli başlayan, petrol fiyatlarının düşmesi ve son olarak Japonya’nın negatif faiz politikasına geçmesiyle ekonomik varyasyonlar devam ediyor, tabi ülkelerin kendi çıkarlarına göre önlemler almaya çalışmaları da. Bunların üzerine EURO Bölgesi ekonomilerin, ECB tarafından uzun süreden beri piyasaların aktarılan aylık 60 milyar euroya rağmen canlanmaması, gelişmekte olan ülkelerin 2016 yılında FED’in faiz artırımıma dillendirildiği gibi dört defa gidemeyeceği görüşünün ağırlık kazanması şeklindeki yorumların arkasına sığınarak kolaycılığı tercih edip yapısal reformları uygulamaya koymamaları, olumsuz gelişmelerin derinliğini artırdı. Yukarıda gelişen olayların üzerine Orta Doğu coğrafyasında başta ABD, İngiltere, Rusya gibi ülkelerin kendi gelecekleri uğruna savaş çıkması pahasına bile olsa çeşitli kanlı hesaplar içine girmeleri, küresel ekonominin yavaşlamasına yol açacak en önemli faktör konumuna geldi. Orta Doğunun, dünyanın efendisi! ABD tarafından yeniden dizayn edilmesi daha doğrusu çıkarlarını maksimum yapacak şekilde konumlandırılmasının gerekliliği, hepsinden önemlisi söz konusu hedeflere ulaşmak için terör örgütleri bile desteklenerek ortaya çıkacak çıkarların ise sus payı olarak AB, İngiltere, Rusya arasında paylaştırılması hesaplarının yapılması, dünyamızın geleceğinin bölgesel çatışmalara dayalı barut fıçısı haline dönüşeceği kuşkularını artırdı. Gelişmiş ülkelerin kendi geleceklerini teminat altına almak amacıyla, önceki yıllarda yaptıkları gibi sözde demokrasiyi yerleştirmek, dünya barışı için nükleer silahların ortadan kaldırılmasın gerekliliği gibi gerçek olmayan ucuz bahanelerle bu kanlı senaryolarını vizyona koymaktan çekinmemesi, Ortadoğu merkezli bir göç dalgası ve çatışma durumunun, üretim ve finans ekonomisi bakımından ekonomilerin dönüşü olmayacak şekilde küreselleşme olgusuyla kenetlendiği için, hızla tüm dünya ekonomisini olumsuz etkileyeceği açıktır. Maalesef ülkelerin siyasi liderlerinin kendi çıkarları uğruna adeta çatışma ortamını besleyecek açıklamaları ve askeri güçlerini bölgeye doğru konuşlandırmaları, istikrar umutlarını azaltmaktadır. Burada bir diğer önemli nokta, bölgede gelişmiş ülkelerin menfaatlerine zarar verecek nitelikte Osmanlıdan miras küresel devlet geleneğine ve çevre ülkeleri etkisi altına alabilecek potansiyele sahip TÜRKİYE gibi bir ülkenin varlığının ve güçlenmesinin istenmemesidir. Fazla değil ülkemizin yaklaşık son 40 yılla bakıldığında; Kıbrıs, Yunanistan, Ermeni, sağ-sol, terör, alevi-sünni, Suriye, Rusya sorunu gibi hem iç hem de dış merkezli sorunlarla uğraştığımız, yani ülkemizin sorunsuz geçirdiği bir on yılın bile olmadığı görülür.

          Siyasi kriz kaynaklı risklerin yükseldiği ve ciddi boyutta çatışma riski ortamına girildiği günümüz dünyasında, ister gelişmiş ister gelişme yolundaki ülke ekonomilerinin, istikrarlı bir seyir ve büyüme göstermesini beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Ekonomilerde büyümenin meydana gelmesinin ilk şartı,   milli gelirin bir önceki yıla göre üretim miktarının reel olarak (üretilen mal ve hizmet miktarındaki artışın nüfus artış oranı çıkarıldıktan sonra sonucun pozitif olması) fazlalık göstermesidir. Buda yetmez, istikrarlı ve sürdürülebilir büyümenin doğayı, çevreyi, doğal kaynakları yok etmeden gerçekleştirilmesi, sağlanan istikrarlı büyüme ortamının uzun yıllara yayılması, olması gereken en ideal durumdur. Ancak sürdürülebilir reel büyüme sağlanması sonuçtur, sebep ise sırasıyla gelirin ve tasarrufların artırılıp yatırımlara aktarılmasını (tasarruf paradoksuna düşülmeden) sağlamak ve güven ortamını sağlayıp iktisadi sistemi (reel ve finansal sektörü)  kurmaktır. Ülke olarak coğrafi konum itibariyle, adeta her an ateş topuna dönüştürülecek Ortada Doğuya yakınlığımız ve bu bölgede başta petrol kaynakları nedeniyle olmak üzere ABD, AB ve Rusya gibi ülkelerin terör örgütleriyle işbirliği yapacak kadar çıkar hesapları peşinde koşmaları, özellikle bölgeye yakın ülke ekonomileri başta olmak üzere küresel ekonomiyi tehdit edecek boyuttadır. Orta Doğu’ya hakim olabilecek bir ülkenin örneğin TÜRKİYE’nin güçlenip bölgesel güç konumuna gelmesini istemeyen ABD, Almanya, İngiltere’nin, bölgeyi kaos ve kan gölü haline getirme odaklı politikalarını ne pahasına olursa olsun uygulamaya koymak istemelerinin ülke ekonomilerine olan yansımalarının nasıl olabileceğini tahmin etmek, zor olmasa gerek. Hem ABD, Almanya, Japonya gibi küresel ekonomiyi domine etme kapasitesine sahip ülkelerle, hem de Çin, Rusya gibi gelişmekte olan ülkelerin lokomotifi konumundaki ülkelerin verilerini incelediğimizde, hepsindeki ortak noktanın istikrarsızlık olduğunu görürüz. Çünkü ülke ekonomileri, siyasal veya ekonomik belirsizlikler içinde o kadar çaresiz durumdalar ki, bırakın gelişmekte olan bir ülkenin orta vadedeki geleceğiyle ilgili bir öngörüde bulunmayı, dünyanın şu an ilk üç ekonomisi arasında yer alan ABD, Japonya ve Almanya ile ilgili bir tahmin yapmak bile kolay değil. Ülkelerin ekonomi verileriyle ilgili programlar yapılması, dünyaya sürekli farklı yorumlar pompalanmasının da büyük resmi tamamlamak, yani ülkeleri cendere pozisyonunda tutup kamuoylarının dikkatini sorunlar yumağını çözmek için harcatarak, reel ekonomi ve toplumsal açıdan güçlenmelerini önlemek için planlı olarak uygulamaya konulan oyunun bir parçası olduğunu iddia ediyorum. Bir farkla; ABD, Almanya, Japonya’nın sorunu pasta iken, gelişmekte olan ülkelerinki ise ekmek. Ülkemiz olarak temennim; iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasilerimizin ve 79 milyon vatandaşımızın bu oyunun farkına varması, ülkemizin geleceği adına ortak çıkarlar etrafında tek yumruk olmayı başarması. Tersi olursa hem toplumsal hem iktisadi açıdan bedeli çok ağır olacak, çünkü bu oyun uzun sürecek…

 

          Soru: Mali sürüklenme, Toplam Talebi artırır mı? Neden?...

          Sözün Gözü: Yalan söyleyen dilin sahibi için, hayat da yalandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi