“On karı bulurum ama bir tane ana bulamam” sözü ve Yargıtay’ın kararı
Geçen hafta, bir boşanma davasının temyiz müracaatını değerlendiren Yargıtay, "On tane karı bulurum ama bir tane ana bulamam" sözünü boşanma sebebi gördü. Yüksek Mahkeme; bu sözü “Ağır kusurlu davranış” olarak kabul edip kadının manevi tazminat almasına hükmetti.
Hayat Kitabımızda Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah, evlerinizi huzur ve sükûn yeri yaptı.” (16/Nahl:80). Bu ilahi buyruk bize “Ey eşler! Allah’ın huzur yeri ilan ettiği evinizin huzurunu bozmayın. Bu, Allah’ın gücüne gider” mesajını vermektedir. Çünkü evde huzuru sağlayacak olanlar eşlerdir. Allah, Kur’an’da kadın ve erkeğe -aşağıda açıklanacağı gibi- görev verir.
Rabbimiz kadının yaratılışındaki gayeyi şöyle anlatır: “Kendileriyle mutlu olasınız diye size kendi cinsinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi O/Allah’ın ayetlerinden/harikalarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” (20/Rum:21). Bu ayetten anlıyoruz ki kadının birincil vazifesi kocasını mutlu etmektir. Bu vazifesini yapsın diye kadını Allah dört farklı özellikte yaratmıştır. Kadın; teniyle, kokusuyla, sesiyle ve ziynetiyle erkekten farklıdır. Kadın, bu yönleriyle erkeğe fark atar ve bu özelliklerini kocasına karşı kullanarak kadınlık sanatını icra ederse, o evde mutluluk rüzgârları eksik olmaz. Ama kadınlarımızın çoğu bu güzelliklerini, sadece kocalarına kullanmaları gerekirken, kamusal alanda kullanıyorlar. Komşu gezmesine giderken gösterdikleri bakımlı hallerini, kocaları eve gelirken göstermiyorlar. Evine geldiğinde bakımlı, süslenmiş, neşe dolu, gülücükleri eksin olmayan bir eş görmek, kocaların en doğal hakkıdır. Dolayısıyla kadınlarımız bu ayet üzerinde iyi düşünüp “Kocalarının ancak kendileri ile mutlu olacaklarına ve bu görevi onlardan esirgememeleri gerektiğine” inanarak yaratılış gayelerine uygun davranmalıdırlar. Eğer koca mutsuzsa, kadın Allah’ın yüklediği görevi yapmıyor demektir.
Yüce Allah erkeklere de “O kadınlarla iyi geçinin” (4/Nisa:19) diye hitabederek evde iyi geçim kriterleri oluşturma görevini vermektedir. Herkes hanımının nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını iyi bildiği için, onun zihin koridorundan kalbine gidecek güzel sözlerle hitabederek damardan girmelidir. Eğer ev içinde hır gür eksik olmuyorsa, iyi geçim kriterleri oluşturma görevi verilen erkek vazifesini yapmıyor demektir.
İşte gerek erkek gerekse kadın, İlahî irade tarafından kendilerine verilen bu görevleri hakkıyla yaptıkları zaman, Allah’ın “Huzur yeri” olarak ilan ettiği aile yuvamız, bizim dünyadaki cennetimiz olur. Beş yıldızlı otellerde tatil yapsak da, evimize geldiğimizde duyduğumuz huzuru oralarda bulamayız.
Eğer bu görev hakkıyla yapılmazsa, o yuvamız bizim dünyadaki cehennemimiz olur. Bu dediğimi, aile huzuru bozulmuş, evlerinde her gün değişik bir kavga yaşayan aileler daha iyi anlarlar.
Dünyadaki cennetimiz olan aile mutluluğunu, eşlerden biri veya her ikisi birden bozabilirler. Eğer kadın kocasını annesinden koparıp kendine köle etmek için kocasına “ya o, ya ben” diyerek huzursuzluk çıkarıyorsa, o kadına söylenecek en okkalı söz; “Senin gibi on karı bulurum ama bir ana bulamam” sözüdür. Aklı başında hiçbir erkek durup dururken -damdan düşer gibi- bu sözü eşine sarf etmez. Genellikle gelinler kaynanalarını kıskanırlar ve kocalarını ondan uzaklaştırmaya çalışırlar. Hâlbuki o gelin; “Kocamı dünyaya getiren varlıktır benim kayınvalidem. Onun sayesinde kocam bana nasip oldu. En azından kocamın hatırına, onun dünyaya gelişine sebep olan bu kadıncağızı anne bilmeliyim, saygı ve sevgide kusur etmemeliyim” diye düşünerek empati yapmalıdır. Çünkü bütün kadınlar, kocasının kendi anne-babasına saygı ve sevgide kusur etmemesini ister ve haklıdırlar. Bu istediklerini öncelikle kendileri, eşlerinin anne-babasına karşı göstermelidirler. Bu sözümüz, koca için de geçerlidir. Kadına fiziki ve psikolojik baskı uygulayıp babasının evine gitmesine yasak getirmiş de, kadın “Senin gibi on koca bulurum ama bir tane baba bulamam” derse gayet yerinde bir laf etmiş olur.
Eşler, tartışmalarının dozunu iyi ayarlamalı ve konuyu buraya kadar getirmemelidir. Evlilik birliği bozulmuş ve aile içi şiddet almış başını gitmiş ve düzelmesi imkânsız hal almışsa, bu da dünyanın sonu değildir. Allah otuz üç ayette boşanma prosedürünü açıklamıştır. Medenice gidip ayrılmalıdır.
Efendiler! Yargıtay ne karar verirse versin, anne-babamız bizim ahiret sermayemizdir. Bu sermayemize düşman olmamızı isteyen eşimiz, bizim cehennem odunu olmamız için uğraşıyor demektir. Bizi anne-babamızdan kopararak büyük günah işlemeye sebep olan o eş, adeta koynumuzda taşıdığımız bir yılan gibidir. Elbette evlilik hayatımızda eşimizi anne-babamıza, anne-babamızı da eşimize feda etmeyecek şekilde bir denge siyaseti ortaya koymalıyız. Ama eşimiz “Ya onlar ya ben” dedikten sonra “ille de ben” diye ısrar ediyorsa, hiç kusura bakmasın onun için ahiret geleceğimizi tehlikeye atamayız. Bu konuda Allah ve Rasûlü’nün birçok emri var ama ben en çarpıcı olanlarından birkaç tanesini örnekleme türünden nakledeceğim:
"Yüce Rabbin şöyle emretti; Yalnız Allah'a ibadet edeceksiniz, ana-babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara "ÖF " dahi deme, yüzlerine bağırma, onlara tatlı söz söyle. Onlara, merhamet belirtisi olarak tevazu kanadını aç da, 'Ya Rab, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et.' de." (17/İsra: 23-24).
Rasûlullah (sav), “Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?’ diye üç kez sordu. Bunun üzerine biz, ‘Evet, ey Allah’ın Rasûlü.’ diye cevap verdik. O da, ‘Allah’a ortak koşmak ve anne babaya isyan etmek ve eziyet etmektir.”buyurdu.” (Buhârî, Edeb, 6).
“Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3).
Ey Allah’ın Rasûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir? diye soruldu. Efendimiz:
“Anan, sonra anan, daha sonra yine anan, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban” buyurdu. (Müslim, Birr 2).
“Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak ana kapılarından birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!” (Tirmizî, Birr, 3).
“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun” (Müslim, Birr 9, 10).
Büreyt'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte; adamın biri Kâbe'yi tavaf ederken annesini omuzunda taşıyarak tavaf ettirmiş, Rasûlullah’ın yanına gelerek: "Hakkını ödedim mi?" diye sormuş. Rasûlallah da: "Hayır, sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değil" buyurmuştur. Bu şefkat dolu tasvirin, insanları anne babalarına teşekküre yönelttiği oldukça açıktır.
Üzerimizde bu kadar çok emek ve hakları olan anne ve babalarımızın hukukunu korumak, sevmek ve onların sevgisini başka şeylerle değişmemek en önemli dinî görevlerimizdendir. Eşlerimiz, bizim başımızın tacıdır. Onlarsız hayat, dengesiz hayattır. Biz dünya cennetimizi, evimizde onlarla yaşarız. Ama bu onlara, ahiret sermayemiz olan anne-babamızdan bizi koparma ve kendilerine köle etme hakkını vermez. Herkes haddini bilmeli ve her iki eş de bu konuda Yüce Allah’ın ve Peygamberinin buyrukları doğrultusunda hareket etmelidir. Eşimize karşı sorumluluğumuzu bildiğimiz gibi anne-babamıza karşı da sorumluluğumuzu bilmeli ve hakkıyla yerine getirmeliyiz. Elin kızı, ya da elin oğlu için anne-babamızı feda etmemeliyiz. Feda edersek kendi cehennemimizi kendimiz hazırlarız. “On koca veya on kadın bulunur ama bir baba veya bir anne bulunmaz.” Varsın lâdinî hukukun uygulayıcıları bu sözü ağır kusurlu görsün, anne-baba ile ilgili bu denli ağır sorumluluklar içeren ayet ve hadisleri görmezden gelsin.
Elin oğlu, Türk insanını tarif ederken; “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza kanununa göre cezasını çeken, Alman ticaret hukukuna göre ticaretini yapan, Fransız usul kanununa göre kanun çıkaran ve öldüğünde de İslam kurallarına göre gömülen kişiye Türk denir” diye boşuna dememiş. Böyle hukuk terazisinin işte böyle gramı oluyor demek ki...