O Yaz
Sahilin üzerine uzanmış taraçada çay içip sohbet ediyorduk. On kişiydik. Karadeniz’e sahil ilçemizin en eski ve en salaş lokantası olan Nuri amcanın yerindeydik. Pazardı. Rüzgârı az bir gündü. İçimizde iki nişanlı çift vardı. Hepimiz ilçenin tek lisesinden mezun olmuş çoğumuz İstanbul’da olmak üzere değişik illerde yüksekokul okumuştuk.
Yazın son günleriydi. Buluşalım, görüşelim istemiştik. Aramızda birkaç yıldır birbirini görmeyen arkadaşlarımız vardı. Okul hatıraları, yaptığımız haşarılıklar, nişanlı çiftlerin biz bekârlara takılması, düğünlerinin ne zaman olacağı soruları, araba fiyatları, daha sık görüşelim temennileri ve geleceğe dönük hayallerimizden konuşuyorduk. Her şey çok güzeldi. Çocukluğumuzun geçtiği yerde buluşmuş, memleket ve arkadaş hasreti gideriyorduk. Anıları canlandırıyor, meyve bahçelerinden yaptığımız aşırmaları anlatırken katıla katıla gülüyorduk.
Ben, Zeynep, Bahadır ve Tuba; Belediyenin önünde buluşmuş, çocukluğumuzda koşup oynadığımız yollardan, güle oynaya, yürüyerek gelmiştik lokantaya. Hepimiz hürmetle öpmüştük Nuri amcanın elini ve Nuri amca hepimize tek tek sarılmıştı. Aramıyorsunuz, sormuyorsunuz diye sitem ediyordu.
Diğer arkadaşlarımız, Hasan, Nalân, Feride, Seher, Mehmet ve Murat kendi özel arabalarıyla gelmişlerdi. Araba sohbetinin temelini de Hasan’ın geçen hafta aldığı son model araba teşkil ediyordu. Nişanlısı şımarık Nalân, araba üzerinden balayı sohbeti yaparken Feride ile Mehmet biz bekârlara takılıyor, Seher yurtdışında yüksek lisans yapmak istediğini söylüyor, Zeynep de bana yazı yazıyor musun, diye soruyordu. Yemek, sohbet ve özlem gidermek güzeldi. Nuri amca, babacan duruşuyla uzaktan bizi izliyordu.
Zeynep, içimizde ekonomik durumu en kötü olanımızdı. Çalışmazdı. Bulursa içki içerdi. Zeynep’in annesi Fikriye teyze tarlalarda çalışır ve çocuklarına bakardı. Zaman zaman annem de giderdi Fikriye teyzeyle beraber. Bizim durumumuz da başka bir nedenden dolayı iyi değildi; yedi kardeştik ve beşimiz aynı anda okula gidiyorduk.
İlçemizin en büyük beyaz eşya dükkânının sahibinin oğlu olan Hasan her zamanki patavatsızlığıyla sözü dönüp dolaştırıp ekonomiye yani paraya getiriyor, parasız insanın adam olmayacağı gibi ham sözler sarf ediyordu. Hasan’ın bu tür sözlerine alışıktık alışık olmasına fakat yıllar sonra ilk kez bir araya gelmiş bu toplulukta edilecek sözlerde değildi söyledikleri. Şımarık Nalân, nişanlısı Hasan’ın kabalığını düzelteyim derken işi daha da berbat etmiş, Zeynep’in geçmişine, ailesine gönderme yaparak “Şimdi Zeynep adam değil mi?” demişti.
Buz kesmiştik. Herkesin başı öne eğilmişti. Laf mıydı bu? Mehmet dayanamamış, al birini vur ötekine demiş ve masaya arkasını dönmüştü. Benim zorumla yemeğe katılmış olan Zeynep oturduğu sandalyede küçülmüş ve sanırım ne diyeceğini veya ne yapması gerektiğini düşünüyordu.
Aileden zengin olmak gibi aileden fakir olmak da çözülmesi gereken problemdi. Hasan bu problemi çözememişti.
Diğer arkadaşlarımızın ortamı yumuşatma gayretleri çok da kâr etmemiş ve hatta bir arada daha fazla bulunmamızı güç hale getirmişti.
Kalktım. Ben kalkarken Zeynep de kalkmıştı. Öfkeden boğuluyor, bunca insanın içinde gözyaşlarıma hâkim olamamaktan, küfür etmekten korkuyordum. Çünkü aynı Hasan, yıllar önce yine böyle bir nedenle beni de yaralamıştı. Unutmuş olduğumu sandığım yaram kanamaya başlamıştı.
Üç gün sonrasıydı. Bavulumu topluyordum. Akşam yedi arabasıyla Ankara’ya dönecektim. Kardeşim Atilla bir hışımla eve girmiş, pat diye, Hasan abi denize uçmuş, ölmüş demişti. Dokuz yıl aynı okullarda okuduğum, bisiklet sürdüğüm, top oynadığımdı. Arkadaşımdı.
Hasan, nişanlısı ile ilçe merkezine yakın bir yerde, fazla süratten virajı alamamış, denize uçmuşlardı. Denize yuvarlanan arabadan Nalân yaralı çıkarılmış ancak Hasan can vermişti.
Memlekette üç gün daha kaldım. Moralsizdim. Hastaneye uğramış ve Nalân’ı görmüştüm. Durumu iyiye gidiyordu. Yine yedi arabasıyla dönecektim. Zeyneplere uğradım. Mahzundu. Benimle Hasan’ın mezarına gelir misin, demiştim. Gelmişti. Dönüş yolunda, bir sigara içimi bir ağacın altına oturmuştuk. Güneş, Karadeniz’in bitiminde sulara gömülüyordu. Daha önceden düşünülmüş değildi, hesapsızdı, gayri ihtiyariydi; Zeynep’in elini avuçlarıma almış ve “Benimle evlenir misin?” demiştim.
Zeynep benimle evlenmedi. Feride ile Mehmet evlilik aşamasında ayrıldılar. İki yıl sonra da Zeynep ile Mehmet evlendi.