Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Nerelere gideyim ben

Nerelere gideyim ben

Çetin, garip, meşakkatli, ürkütücü günler yaşadığımız muhakkak. “Dünyanın sonu böyle mi gelecek acaba” korkusu insanların içini kemirmeye başlamış mıdır? Sorunun cevabını verebilecek “haşa” makamda değiliz elbet.

            Yanı başımızda önce Irak şimdi Suriye tüm emperyal güçlerin ve piyonların ve gayri meşru örgütlerin oyun alanı oldu. Otorite, devlet düzeni, nizam, devlet kurumları yetkisini ve düzenini kaybetti. Akdeniz, nihayetini kestiremediğimiz bir sessizliğin içinde. Kıbrıs mevzuu vuzuha kavuşacak gibi değil. İran ne işler peşinde kiminle hangi pazarlıkları yürütüyor ve sonu nereye varacak şüpheli.

            Virüs, dünya için ciddi ve korkutucu bir tehdit oldu çoktan. Şehirler, ülkeler canlı ve açık birer hapishane mi olacak? Bu hastalığı bile isteye bir gizli el mi sürdü piyasaya, dilimizin söylemeye varmadığı komplo teorilerinin gerçek olma ihtimali hiç de az değil.

             Bu süreçten en çok etkilenen en çok mağdur olan en çok horlanan en çok savrulan coğrafyamız oluyor. Hal böyleyken en çok fedakârlık istenen, en çok hamle beklenen, en çok tartışılan ve en çok beğenilmeyen de yine ülkemiz ve coğrafyamız oluyor.

            Suriye’de olan biten dünden bugüne başlayan ve hemen yarına çözülecek bir şey değil. Meselenin siyasi, tarihi, dini ve ekonomik boyutunu görmeden arka plandaki derin hedef ve gayeyi okuyabilmek güç. Düşünün ki Türkiye, aynı ülkede bir cephede ABD destekli bir terörist yapıyla diğer cephede Rus destekli rejim güçleriyle karşı karşıya. Bu cümleyi bir tespit olarak kurduğumu ilkten söyleyeyim de itirazlarınızı ona göre yapın.

            Bu mevzuya bakış açısını siyasi iktidara ve bir isme göre yapanlar kendi konumunu da buna göre belirliyor. Ya hepten karşı ve inkâr makamında ya da hepten yanında. Birini sevmiyor oluşunuz ya da ondan nefret ediyor oluşunuz bir mevzudaki pozisyonunuzu belirliyorsa tepkiniz, yaklaşımınız da öyle oluyor. Bu tavır hakikati ortaya çıkarır mı acaba?

            Lakin benim çektiğim fotoğraf bunlardan çok daha özel bir yerde duruyor ya da öyle olmasını umuyorum. Suriye konusunun belki de en dramatik ve en korkunç başlığı milyonlarca yersiz, yurtsuz, işsiz güçsüz kalan insanlardır. Kimisi onlara mülteci, kimisi göçmen, kimisi mazlum, kimisi korkak, kimisi sığınmacı diyor. Hangi sıfat onlar için hoş geliyor acaba?

            Dünyanın pusulasını elinde tutanların masasında “insan” mevzuu yok mu? Belki “insan” değil ama para ve insan, enerji ve insan, petrol ve insan, toprak ve insan var. Bir çocuk düşünün misal… Babası sınırın öte tarafında kalmış, annesi kadın başına, küçük kardeşi kucağında. Suriyeli mi evet. Ülkesini kimler bu hale getirdi bilmiyor, yarınını bilmiyor, çocukluğunun kimler için ne anlama geldiğini bilmiyor. İsmi göçmen, ismi mülteci… Hor görenler de var, fazlalık görenler de.

            Daha dün daha Afganlı bir genç “ben hiç gün yüzü görmedim, önce Ruslar sonra Amerikalılar geldi ülkeme, hep savaş gördüm, hep acı yaşadım. Barındırmadılar, kendi ülkemizde yaşatmadılar. Söyleyin ben ne yapayım?” feryadını sadece kendi için haykırmadı.

            Mesele insan ise, konusu insan olan bir dünyada tavrımız önce insani, önce vicdani, önce ahlaki olmalı. Bizde ise bir nokta daha var belki hepsinden önce gelmeli; bu toprakların sahibi, bu tarihin sahibi isek masum ve mazlum bir çocuğa bakışımız önce imani olmalı. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi