Ne Kaldı Şunun Şurasında?
Serlevhada kullandığımız başlığı daha üç beş gün önce dedem sual etti. Yaşı bir asır olsa gerek, zihni berrak, hafızası yerinde. “Daha dün şu merdivenleri üçer beşer atlıyordum hay oğlum” diyordu. Zaman dediğin şey maziye bakınca boyutlanıyor belki de. Bu cümleyi kurduktan hemen sonra, ömrü için “ne kaldı şunun şurasında” deyivermişti. Geçip gidiyoruz bir hayatın içinden, telafisi yok bu yolculuğun.
Dedemin sorusu hem çok net hem muallak hem de muhayyel. Ölüm gerçek, ölüm hak… Vaktini bilmemek de hakikat… Yaşı ne olursa olsun hemen herkesin soracağı bir sorudur oysa. Sahi ne kaldı şunun şurasında. Bu sual sadece dedem yaşında olanların soracağı bir sual değil. Ecelin vakti bilinmez olduğuna göre, kalan ömrün neye tekabül edeceğini ve ne kadarlık bir dünyamız kaldığını da biliyor değiliz.
Şunun şurasında nihayet takdir edilen kadar bir ömrümüz kaldı. Kalan ömür, yaşadığımız ömürden kısa mı uzun mu olacak? Daha mı zor daha mı bereketli olacak? Şu ana kadar yaşadıklarımız değer bakımından hangi mihenk taşına vurulmalı?
Vakit geçiyor azizim, şunun şurasında ne kaldı diyecek kadar hızlı geçiyor. Hoş; bir türlü geçip bitmeyen anlar yaşadık, uzadıkça uzadı vakit. Beklerken öyle oldu, acı çekerken hastayken öyle oldu. Ama işte düne bakınca “geçip gitti” diyoruz. Kalan ömür mazide bıraktığımız “ben” kimliğinden ayrı ve özgür olmayacak lakin değişip yarına başka “ben” olmak da uzak ihtimal değil.
Kalan ömür, ne kadarlık bir takvim yaprağı sayacak bilmiyoruz. Lakin gün doğmuşsa o günün takvim yaprağını doldurmak bize düşüyor. Zamanı değerli kılmak, zamanı anlamlı kılmak ve kendi zamanımı “ben” ile birlikte “biz” için de çekilebilir yapmak bizim elimizde Paşam.
“Gününü gün eylemek lazım gelir” diyor birileri, “bir daha mı geleceğim” diyenler de var. “Ölümlü dünya vur patlasın çal oynasın” kafasında olanlar da az değil. Doğru ya bir daha mı geleceğiz dünyaya? Elbet hayır, inancımız da tecrübemiz de bildiğimiz de böyle bir şey mevzu bahis değil diyor. Tam da bu yüzden “iyi” tekrar gelinmeyecek bu dünyanın vazgeçilmez azığı olsa gerek.
Vakit geçiyor, şu an da olduğu gibi. Madem şunun şurasında sayılı nefesler kaldı gönül kırma azizim. Kendi gönlünden başla hatta. Gönlünü kıracak şeylere izin verme, gönül kıracak şeylere de. Sözden başla misal, kem söz düşmanın olsun, yalan dolan uzak olsun. Sözün kıymetini bildiğin kadar dinlemenin de gereğini yerine getir.
Vaktin bereketi için dua edermiş eskiler. Sahi benim bir dakikamla senin bir dakikan aynı değil mi? Bir ömre ciltler dolusu kitap, sayfalar dolusu şiir, müzeler dolusu heykel ve resim, şehirler dolusu mimari eser bırakanların vakitleri nasıl yetti onlara? Bilmez misin kendinden; bir gönül ehliyle iki satır muhabbet edersin de tadı damağında bir mevsim kalır. Mutluluktan uçarsın bir vesile, hatırladıkça tekrar yaşarsın anı. Neticesi hayırlı ve güzel olan vakitler nasıl da korur tadını, tuzunu ruhunu bilirsin.
Zaman bu kadar kıymetli de ancak geçip gidince anlıyor değerini kıymetini insanoğlu. Şunun şurasında ne kaldı ki bize ayrılan zamandan?