Mütevaziler Kaybetmez
Yıllar önce. Sakarya’dayım. Türkiye Kros şampiyonası seçmelerine katılacağım. Yarıştan hemen önce, uzun süredir görmediğim bir arkadaşımızı görüyorum. Atletizm yaptığından haberim yok. Üzerinde tril tril eşofman ve en iyi marka ayakkabılar var. Laflıyoruz. Kendine güvenen bir duruşu var.
Sakarya küçük yer. Kimlerin atletizm yaptığını biliyorum, kırk kişi yokuz. Herkes birbirini tanıyor. Türkiye Şampiyonasına dört kişi gidecek. Daha önce yapılan seçmelerden biliniyor; aksi bir durum olmadıkça milli sporcu da olan üç arkadaşımız, il üç sıra için kendi aralarında yarışacaklar. Diğer yarışmacıların derdi dördüncü olabilmek ya da kendi derecesini ilerletip, yarışı tamamlamak.
Seçmelere on gün kala sol dizim ağrı yaptığı için idman yapmayı bırakmış, yarışmaya katılıp katılmamaya son anda karar vermişim.
Start verildi, yarış başladı. Üç bin metre koşacağız.
Ayaklarıma güvenmediğim için sakin bir çıkış yapmıştım. Tahminim doğru çıkmış milli sporcu olan arkadaşlarımız daha ilk metrelerde öne geçerek arayı açmışlardı.
İki yüz metre ancak gitmiştik ki arkam sıra, sıra dışı ayak sesleri işittim. Kaba ve düzensizdi, atletizm yapan bir insanın ayak sesleri değildi. Kaba ve düzensiz ayak sesleri yaklaştı, yaklaştı ve beni geçti. Kimdi: Yarıştan hemen önce gördüğüm arkadaş.
İlk üç arayı açabildiğine açmış, diğer yarışmacılar da gücümüz nispetinde sıraya dizilmiş ve koşuyorduk. Sakin ve yavaş çıkış yapmış olmam işe yaramıştı. Sol dizim sıkıntı vermiyordu. Önüm sıra koşanlara baktığımda, hemen hemen en sonlarda olduğumu biliyor, dert etmiyordum. Yarışı bitirmemi sağlam bir idman yapmış sayacaktım.
Yarışın ilk bin metresine varmadan, o, pat pat, kaba ve düzensiz ayak seslerinin sahibi olan arkadaşının yanında on kişiyi daha geçmiştim. Tempomu hafif hafif yükseltiyor, kof bir gururun peşine takılmıyordum. Gücümden ziyade güçsüzlüğümü bilmem daha iyiydi.
Bin beş yüz metreyi dönerken yedinci sıradaydım. Son beş yüz metreye girerken dördüncüydüm ve tempomu arttırarak da yarışı dördüncü tamamlayıp, Eskişehir’e gitmeye hak kazanmıştım.
Bu, Türkiye Kros Şampiyonası için yapılan seçmeleri sonralarda çokça düşündüm ve andım. Şöyle düşünüyordum:
Bir: Giyim, kuşam ve amiyane tabir ile havamızın önemli olduğu yerler vardı muhakkak ancak idmana, ayaklarımızda kas gücüne ve körük gibi bir yüreğe ihtiyaç olan durumlarda kıyafet işe yaramıyordu. Önemli olan kaporta değil, motordu!
İki: Kaba, düzensiz ayak seslerini; yersiz ve yüksek sesle konuşmak, gereksiz girginlik, ukalalık olarak düşündüğümüzde aynı yere varırız. Sevimsizliğe.
Pat pat diye ses çıkaran adımlarla yarışan arkadaşımız yarışı zor bitirmiş ve aslında attığı havanın altında kalıp mahcup olmuştu. Zaten, bir daha da ortalık da görünmedi.
Ayrıca derdimiz derece yapmak değil her şekilde her ahvalde mütevazı olmaktır. Yarışları kaybedebiliriz ancak mütevazi olanın kaybettiği duyulmamıştır.