Müsait Bir Yerde
İş dönüşü, telaşlı bir akşam üstü, trafik yoğun ha durdu duracak, insan yığınıduraklar, otobüslerde adım atacak yer yok.Şehir; benim kadar, insanlar kadar, mutmain işçiler kadar yorgun. Serin bir akşam rüzgârı, yağmur düştü düşecek. Gözlerimi belertip gelen dolmuşların güzergahını okumaya çalışıyorum. Ne kadar geçti bilmiyorum, üşüdüm bir yandan, ellerim dolu diğer yandan. Hah işte Şeker Tekke dolmuşu; daha ilk duraktan tıka basa, eve kadar ayakta kalacağız yine. Zorla attım kendimi dolmuşa, daha tutunamadan bir yere, bastı gaza kaptan.
Güç bela durdum kapı kenarında. Şehrin ışıkları, başlayan yağmur, korna sesleri, koşuşturan insan siluetleri, yanar döner rengarenk vitrinler… Hiçbiri benim “şu an burada olmak istediğim yer mi” sorgusundan kurtulamayacak. Sorgum baki, lakin yargılarım bu şehrin esiri.
Paltomun sol cebinde dolmuş parası olacaktı, bulamadım, sonra hatırladım önümü kesen simitçiden simit almıştım. Halime hayıflandım, gidecek bir yeri olmalı insanın. İçine düşeceğim zihin kavgasını şimdi burada kaldıracak mecalim yok farkındayım. Nasıl çıkacağım bu haletiruhiyeden, nasıl döneceğim sıradan bir vatandaş olmanın dayanılmaz hafifliğine? Bak nasıl da yetişti şu cümle; “şuradan iki kişi uzatır mısınız?” parayı aldım, önümdeki adama verdim, o öndeki kadına, sonra kaptana. Para üstü aynı yolu takip ederek geri geldi. Parayı veren bana teşekkür etti oysa üç kişi daha vardı bu teşekkürü hak eden. Aldım teşekkürü, bölüştürdüm hepsine.
Yağmur hızını arttırdı, kaptan gaza bastı, dolmuştakilerle birlikte şehir homurdandı. Hiç kimse bu yolculuktan mesut değildi bunu fark eden polis yolu kesti, üstüne bir de ceza kesti. Kaptan hiddetlendi, arabesk bir şarkı açtı, bir sigara yaktı. Tüm bunları olağan bir günün olağan bir neticesi olarak kabul eden ihtiyar kadın, müsait bir yerde inmek istedi. Kendi yolumun “müsait bir yeri neresi olacak” sorusunu alıp sakladım.
Kadın inince koltuğu boşaldı, gençten bir çocuk bana baktı “amca, sen buyur otur” dedi. Bana amca dedi, kaç yaşında amca olur insan, kaç yaşındayım sahi, yani yaşım o kadar belli miydi? Yaş geçmiş dedim kendi kendime, dönüp baktım dolmuşun buğulu ve puslu camına, gördüğüm ben, gören bu gözlerden memnun ve razı olacak mıydı acaba?
Arkamda iki ahbap, yaşlıca, çoktan geçmişler amca durağını. Biri hararetli diğeri sakin ve temkinli, ikisinin de var bir hayat tecrübesi belli. Kasketli olan şimdiki nesilden şikâyetçi diğeri hükümetten, birinin böbrekleri hasta diğerinin kalbi.
-Şimdilerde mesut olmak zor azizim! Doymuyor insan, hep daha çok istiyor. Nasıl mutlu olur böyle biri?
- “Harca harca nereye kadar?” diyor öteki. Artık doymayız biz, doymayız diye ekliyor.
-Ne kadar versen o kadar ister, tüketip bitirir ömrü de alacağına eremez insan.
- Bak, ömür geldi geçiyor ne kaldı elde?
İç dünyasına dönmüş ve dış dünyaya kapıları sıkı sıkıya kapatmış olan ben, nasıl da kapılıp gittim bu adamların muhabbetine, ne ara duydum bunca şeyi ve ne zaman fark ettim aslında onların benden bahsettiklerini? Dönüp baktım adamlara, kasketli olanla göz göze geldik. Ne onlar sordu ne ben söyledim. Onlar sustular ben sustum. Bana düşen payı paltomun cebine sakladım, müsait bir yerde inmek için müsaade aldım.