Prof. Dr. Önder Kutlu
Prof. Dr. Önder Kutlu MÜLKİ İDARE AMİRLERİ

MÜLKİ İDARE AMİRLERİ

Son yıllarda uygulamaya konulan bir dizi kamu yönetimi reformu Türk idari sisteminde önemli değişiklikler vücuda getirdi. Son iki yüzyılımızın ana gündem maddelerinden olan merkez – çevre/yerel arasında görev ve yetki paylaşımında bu dönemde kayda değer mesafeler kat edildi. Bu girişimlerde yerel yönetimler, belki de gözü kapalı biçimde, yani sorgusuz sualsiz bir şekilde ‘kayırılırken’, merkezi yönetim görev ve yetkilerinde bir ‘tırpanlanma’ durumu ortaya çıktı.

Aslında ülke olarak merkezi ve temsil ettiği özellikleri iyi bir şekilde anlamış da değiliz. Ama anlamamız gerekiyor, çünkü ‘onsuz’ olmuyor. Birtakım hizmetler zorunlu olarak merkez tarafından ya da merkez adına faaliyet sürdüren görevliler eliyle yürütülmek durumunda. Yerel yönetimleri ve varlık sebeplerini inkâr etmeden, ama merkezi yönetim fonksiyonları içinde değerlendirilen hizmetleri ve mantığını mutlaka anlamak durumundayız.

Merkezi yönetimin merkez ve taşra teşkilatları bulunuyor. Merkez teşkilatları bakanlık ve merkezdeki diğer kuruluşlardan oluşuyor. Taşra teşkilatı aslında gündelik hayatımızda büyük yer tutuyor. İl, ilçe ve bucak kademeleri olarak bildiğimiz bu birimlerin başında ‘mülki idare amiri’ olarak isimlendirilen görevliler bulunuyor. Bunlar da Vali, Kaymakam ve Bucak Müdürlerinden oluşuyor. Bucaklar 1980 ihtilalinden sonra, kanunda yeri olmasına rağmen, boşalan makamlara yeni atamalar yapılmayınca fiili olarak geçerliğini yitirdi. Nihayete, 6360 sayılı yeni Büyükşehir Kanunu ile 30 ilde Bucak idareleri kaldırıldı.

Mülki idare sınıfında vali, vali yardımcıları ve kaymakamlar bulunuyor. Bu sınıf son dönemlerde biraz ‘rahatsız’, biraz ‘kaygılı’ ve daha çok da ‘huzursuz’. Haksız da sayılmazlar. Zira yerel yönetimlerin güçlendirilmesi esnasında, bu birimlerin ve görevlilerinin ihmal edildiğini düşünüyorlar. Mülki idare haksız bir şekilde ‘itibarsızlaştırılıyor’. 6360 sayılı kanun özellikle kaymakamlıkları işlevsiz bıraktı. Valilikler de çok farklı değil. Zira, Valinin başı olduğu İl Özel İdarelerinin kapısına kilit vuruldu. Köylere hizmet götürme birlikleri kapatıldı. Mülki idarenin görev alanına tecavüz edildi.

Oysa mülki idare amirleri son derece nitelikli kamu görevlileri. Kaymakamların gerek seçilme ve atanma süreçleri gerekse eğitimleri dikkatli bir şekilde planlanıyor. Kendilerine yurtiçi ve dışında eğitim verilmekle kalınmıyor, aynı zamanda iş başında tatbiki olarak yetişmeleri sağlanıyor. Henüz çok genç yaşlarda kendilerine sorumluluklar verilmek suretiyle bu kişilerin görev başında adeta ‘pişmeleri’ sağlanıyor. Bu durum çok az meslekte mevcut.

Geçtiğimiz aylarda uluslararası bir kuruluş öncülüğünde yürütülen bir proje vesilesiyle incelediğim yedi ülke idari sistemi sayesinde mülki idareye biraz daha fazla vakıf olma fırsatı elde ettim. Mülki idarenin kaygılarını da anladığımı düşünüyorum. Yerel yönetimlerin kayıtsız şartsız desteklenmesi ve seçimle gelen belediye başkanlarının mutlaka en doğru kararları verdikleri yönündeki önyargının ülkemiz özelinde daha fazla tartışılması gerektiğine inanıyorum.

Karar vericiler bu eleştirilere kulak vermek zorundalar.

Bunun için haklı nedenlerim var…

Birincisi, yerel yöneticiler ‘zor zamanlarda’ çok fazla ‘ortada’ görünmüyorlar. Yani tabii afet, terör, insan hakları ihmalleri, güvenlik, asayiş, genel kamu düzeni ve toplumsal değerlerimizi koruyucu hizmetler gibi alanlarda ‘yoklar’. Onlar işin daha çok kamuoyuna dönük, ‘hizmet’ ve ‘reklam’ konularına ‘bakıyorlar’. Bu anlamda kriz yönetimi, sadece merkezi idare görevlilerine özellikle de mülki idareye yüklenmiş bir sorumluluk olarak algılanıyor. Mülki idare vatandaşla genellikle daha ‘zor’ ve ‘kötü’ şartlarda muhatap oluyor. Doğal afet, asayiş ve güvenlik gibi başlıklar vatandaşın en hassas olduğu alanlar. Belediyelerse kentsel altyapı, kültür, sanat türünden hizmetler, yani yaptıklarında vatandaşı mutlu eden, yapmadıklarında ise kesinlikle afet, terör kadar tepki çekmeyecek alanları üstlenmiş durumdalar.

İkincisi, yerel yöneticilerin taşımaları gereken özel nitelikler konusunda herhangi bir yasal düzenleme yok. Bir başka ifadeyle, belediye başkanı olmak için özel bir eğitim kriteri mevcut değil; yöneticilik tecrübesi ve birtakım temel yeteneklere de ihtiyaç duyulmuyor. Partiler ‘uygun’ görüp aday olarak gösteriyorlar, o kadar. Kaymakamlarda ise özel şartlar aranıyor. Demokrasiye lafımız yok; halk iradesi tamam. Ama en küçük bir kriter bile aranmadan göreve getirilen belediye başkanlarının toplum adına neredeyse sınırsız yetki kullanmaları konusunda daha dikkatli olmak gerekiyor.

Üçüncüsü, mülki idare amirliği daimi bir statü. Bu da bir güvence unsuru. Sınırlı bir süreyle o gücü kullanmadıkları için aslında görev ve sorumlulukları hususunda son derece duyarlılar. Mesleği ve görevlerini koruma saikıyla hareket ediyor, mesleğe halel getirmeyecek adımlar atmak için çaba sarf ediyorlar. Öte yandan, tüm yerel yöneticilerde aynı kaygıların bulunduğunu söylemek zor. En azından belli bir kısmı göreve, ‘yağma’ mantığıyla geliyor.

Dördüncüsü, seçilmiş aktörler de dâhil olmak üzere herkesin hesap vermesi, sorumluluk alması gerektiğini biliyoruz. Başkanlardan mevcut şartlarda hesap sormak neredeyse imkânsız. Oysa mülki idare öyle değil, ‘memur’ olarak hata yaptıklarında mutlaka yakalarına yapışılır. Ayrıca, seçilmiş belediye başkanları ve belediyeleri hukuka uygunluk açısından denetleyecek, değerlendirecek bir makam olması nedeniyle mülki idare zorunludur.

Beşincisi, özellikle üniter devletlerde kamu politikalarının ülkenin her tarafında aynı yaklaşımla sunulması için mülki idare gene bir ihtiyaçtır. Farklı siyasi partilere mensup belediyelere bakıyorsunuz, standart hizmet sunmuyorlar. Kimileri daha başarılı, kimileriyse başarısız. Terörist cenazesi taşıyan belediyeler olduğu gibi, başarılı hizmet sunanlar da var. Ama mülki idare de aynı kaygılara yer yok, ülkenin her tarafında hizmetlerin aynı şekilde sunulması için çaba harcıyorlar.

Altıncısı, devletler ülkenin her tarafında güvenebilecekleri aktörlere ihtiyaç duyarlar. Mülki idare amirlerinin bu anlamda önemli rolleri bulunduğuna inanıyorum. Valiler devleti ve hükümeti temsil ediyorlar, kaymakamlarsa sadece hükümeti. Yani, hükümet ve devlet adına stratejik kararlar onlar tarafından veriliyor. Yerel yöneticilerin tamamı için aynı şeyi söylemek gene mümkün değil.

Daha başka gerekçeler sunulabilir. Ama bu kadarla yetinelim. Karar vericiler mülki idarenin özellik ve fonksiyonlarını dikkate alarak, bu idareleri yeniden devlete ve topluma kazandıracak adımları atmalıdır. Yerel yönetim ‘rüyasının’ sınırları görünmeye başlandı. Devasa kaynakları kullanıyor, her gün çok önemli kararlar veriyorlar. Oysa, yeni devlet anlayışı devletin düzenleme ve denetleme boyutlarına ağırlık veriyor. Ama biz hala hizmet sunan belediyeleri kayırıyoruz.

Mülki idareyi anlamak ve gerekli adımları atmak lazım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi