Milli Mücadelede Enver Paşa ve Atatürk
Osmanlı Devleti, 29 Ekim 1914'te Rusya'nın Sivastopol Limanını bombalayarak Birinci Dünya Savaşı’na dahil olmuştur. Enver Paşa ise bu savaş boyunca Harbiye Nazırlığı, Erkan-ı Harbiye Reisliği ve Başkumandan Vekilliği görevlerini aynı anda üstlenerek savaşın gidişatında önemli rol oynamıştır.
Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’nde Erkan-ı Harbiye Reisliği, Harbiye Nazırlığı ve Başkumandan Vekilliği görevlerini aynı anda üstlenerek ülkenin kaderinde söz sahibi olmuş önemli bir şahsiyetti. Osmanlı Devleti’nin savaş bitiminde yenilen tarafta yer alması üzerine Enver Paşa ve beraberindekiler 1 Kasım 1918 tarihinde ülkeyi terk etmişlerdi. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da kongreler dönemini başlatmış; bu sürecin sonunda Millî Mücadele Hareketi vücut bulmuştu.
19201921 yılları hem Millî Mücadele’nin kritik safhalarının yaşandığı, hem Fransa’nın Antep ve çevresinde işgalci konumunda olduğu, hem de Enver Paşa’nın yeni bir mücadele arayışına girdiği döneme denk gelmiştir. Enver Paşa’nın yurtdışındaki faaliyetleri ve Anadolu’ya geçmeye yönelik düşüncesi, Mustafa Kemal Paşa ile arasında gerilime yol açmıştır. Fransızlar ise Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasındaki ilişkinin ne düzeyde olduğunu, ortak hareket edip etmediklerini anlamaya çalışmışlardır. Zira Fransa, Antep ve çevresinde işgalci konumda olan bir ülke olarak Türkiye üzerinde yeni bir siyasa geliştirme ihtiyacına girecektir. Bu çalışma, Fransız kamuoyunun Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasındaki ilişkiyi nasıl kavradığını ortaya koymaya çalışmaktadır.
İsmail Enver Paşa
Osmanlı Devleti’nin savaştan mağlup olarak ayrılması, eleştiri oklarının Talat, Enver ve Cemal Paşalara yönelmesine neden oldu. Zira Osmanlı Devleti’nin Almanların yanında savaşa girmesinin baş sorumlusu olarak onlar görülmüş, Vükela Heyeti’nde dahi eleştirilerin hedefi olmuşlardı. Enver Paşa, Almanlara gereğinden fazla güvenip ordu kaynaklarını israf etmekle suçlanıyordu. Cemal Paşa, Filistin ve Suriye’de meydana gelen yönetimsel bozulmadan sorumlu tutuluyordu. Pusuda fırsat bekleyen muhalifler, İtilaf Devletleri’nin safında yer alanlar, İttihat ve Terakki yönetimine karşı intikam duyguları besleyenler ve menfaat kapısının kapandığını görüp muhalif duruş takınmaya başlayanlar hükümet için ciddi birer endişe aracı olarak belirmişti.
Bu arada Enver Paşa savaşın kaybedildiğine kani olmuştu. Ancak O, inzivaya çekilmeyi tercih etmeyerek, mücadelesini farklı coğrafyalarda sürdürmeye karar verdi. Zira Enver Paşa Mondros Mütarekesi’nden sonra başlayan yeni dönemi savaşın ikinci evresi olarak tanımlıyordu.
Cemal Enver ve Talat Paşalar
“İyi niyetle yola çıktı ama yenildi! İstiklâl Harbi’nin başında Mustafa Kemal değil de Enver Paşa yahut İttihad ve Terakki’nin bir başka hayalperest mensubu bulunsa idi, perişan olmuştuk! Millî Mücadele hayal uğruna girişilen bir savaşa döner ve neticede Sevr’den de beter hâle gelirdik” dedi.
“Bir kesim Enver Paşa’nın ‘imparatorluğun batmasına sebep olan hain’ olduğunu söylerken, diğer kesim Paşa’yı yere göğe koyamıyor, büyük bir asker, kahraman ve ‘Turancı’ olduğunu anlatıyor iki iddianın da gerçeği yansıtmamaktadır, “Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile başlayan yurtdışı macerası da Türk devletlerini ve boylarını biraraya getirme hevesi değildir, yani bir “Turan ülküsü” söz konusu olmamıştır. Yapmak istediği, İngiltere’nin emperyalist gücününe son verecek bir “intikam” hareketi başlatmaktır ve bu hareketin temelinde “İslamcılık” vardır”
"Mağlup olan askeri 'hain' diye nitelemek zavallılıktır!"
"Enver Paşa memleketi için birşeyler yapmaya çalışan, imparatorluğu çöküşten kurtarmaya uğraşan ama geniş hayalperestliğinin tesirinde aldığı bazı yanlış kararların neticesinde maalesef mağlûp olmuş bir askerdir! Üstelik uğradığı bu mağlûbiyet sadece kendi hayatına değil, bize, yani koskoca bir imparatorluğa mâlolmuştur!
Hakkında ortaya atılan “vatan hainliği” abartılı, saçma ve hattâ aptallıktan da öte bir yaftalamadır; zira mağlûbiyet her asker için mukadderdir ve mağlup olan askeri “hain” diye nitelemek zavallılıktır! Meselâ, Fransa tarihinin gelmiş geçmiş en önemli askerlerinden kabul edilen Napolyon Bonapart askerî ve siyasî macerasını büyük bir yenilgi ile noktalamış ve hayatı okyanusların ötesindeki küçük bir adada son bulmuştur ama o Fransa’nın “Napolyon”udur. Napolyon’a “hain” diyene deli gözü ile bakılır, “kahraman” olduğu yolundaki sözler de tuhaf karşılanır. Fransız tarihinden Napolyon’u çekip çıkarttığınız takdirde o tarihte aynı âyarda bir asker ve siyasetçi bulabilmek hayli zorlaşır.
Kişileri efsaneleştirmeyi pek severiz ve efsaneleştirmek istediğimiz şahıs mücadelesinde başarılı olamasa bile onu kurtarıcı ve kahraman gibi gösterip başarı sahiplerinin karşısına hem rakip hem de “asıl kahraman” gibi çıkartmaya çalışmak maalesef bir türlü kurtulamadığımız fena âdetlerimizden ve hatalarımızdan biridir.
Türkiye’de senelerdir bu hatâ, yani Enver Paşa’yı Mustafa Kemal ile mukayese etmek gibi gereksiz, yanlış ve olmayacak bir iş yapılıyor! Dünya Harbi’nde uğradığımız birçok bozgun, meselâ Sarıkamış hatırlara getirilmeden Çanakkale yahut Kutülamâre zaferleri öne çıkarılıyor, bu zaferlerin Enver Paşa sayesinde kazanıldığı söyleniyor ama sonradan gelen toplu bozgunun sorumlularının kimler olduğu düşünülmüyor, üstelik Mustafa Kemal ile Enver Paşalar arasında kalite mukayeseleri bile yapılıyor.
Enver Paşa mücadelesinde mağlûp değil de galip olsa idi, Türkiye’de bugün Mustafa Kemal’in ismi yahut “Kemalizm” kavramı değil, Şark milletlerine mahsus yüceltme merakı ile “Enver” ve “Enverizm” sözleri işitilecek; okullarda, kışlalarda ve resmî dairelerde Enver’in fotoğrafları ile büstleri yeralacak, meydanlarda onun heykelleri yükselecekti.
Bugün mukayeseye çalışılan taraflardan birinin tarihin mağlûbu, diğerinin de galibi olmasına rağmen mağlûbun ismini kullanarak olmayan bir zafer ve kahraman yaratmaya çalışanlarımız mevcut!
Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile başlayan yurtdışı macerası da Türk devletlerini ve boylarını biraraya getirme hevesi değildir, yani bir “Turan ülküsü” söz konusu olmamıştır. Yapmak istediği, İngiltere’nin emperyalist gücününe son verecek bir “intikam” hareketi başlatmaktır ve bu hareketin temelinde “İslamcılık” vardır…
"Düşüncesinin 'Turan' değil 'İslâm Devleti' olduğunu açık şekilde aksettirmektedir"
Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasında gittiği mecburî sürgün sırasında kaleme aldığı mektuplarından nakledeceğim şu ifadeler de, düşüncesinin “Turan”değil “İslâm Devleti” olduğunu açık şekilde aksettirmektedir:
“…İngilizler dişleri sökülmüş yılan gibi sürünürken İslam kazanacak”, “…İngilizler’e karşı açtığım İslâm ihtilâl bayrağının altında bütün müslüman memleketleri toplayarak İngiliz aleyhinde çalışacaklarla, yani Bolşeviklerle birlikte mücadeleye devam fikrinden gittikçe hoşlanıyorum. İnşaallah bu da hem Müslümanlar’a hem memleketimize çare olacaktır”, “…Muvaffak olursak Türkiye, İran, Afganistan birliği vücut bulmuş olur. Bu suretle kuvvetli bir İslâm kitlesi hem İngilizler’e büyük bir darbe vurur, hem de Avrupa’nın altolması için Bolşevikler’in serbest kalmasına vesile olur. İnşaallah bunun hayata geçtiğini görerek seviniriz” ve “…Böyle sürüne sürüne, toprak odalarda duman içinde, maddeten ve senden uzak mânen, yalnız İslâmları kurtarmak teşebbüsüyle yaşıyorum”.