İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Metin, yetim yanım...

Metin, yetim yanım...

 

Gençtik ve hesapsızdık.

Geceleri, Gürcü Emine teyzenin evinin karşısına düşen direğin dibinde bizim çocuklarla buluşur, o hafta oynayacağımız maça dair tahminlerde bulunur, rakibimizin bizden korkması gerektiğini dile getirirdik. Taktikler havada uçuşurdu. Hepimiz formdaydık ve zaten takımın as elamanları da Metin, Burhan, Orhan, Ekrem, sırık Mustafa ve bendim. Yani bizdik.

Maçta, üç gol yer, dört gülerdik, takım kaptanımız Kamer abinin sayesinde. İlginçtir ki galip geldiğimiz maçlardan sonra daha suskun dönerdik sokağımıza. Hele ki lehimize penaltı verilen maçlar, arkadaşlığımızın ve paylaşmamızın zirvesiydi. Penaltıyı çoğu kez Kamer abi kullanır, her birimiz ayrı ayrı takılırdık: Abi, Galatasaray’a attığın penaltıdan at. Yok, yok, Urfaspor’a attığın penaltıyı çıkaramaz bu kaleci. Hakem, kaleci ve rakip oyuncular, bunlar ne diyor diye aptal aptal yüzlerimize bakar, bizler penaltı atılmadan golümüzü atmış olur ve bu tekerlemeden acayip keyif alırdık.  Maç, penaltı, galibiyet çok da önemli değildi. Bir aradaydık ve mutluluk bir arada olmaktı.

Yıllar yılı Kırkpınarspor’la aynı grupta bulunur, şampiyonluktan ziyade ikincilik için çekişir, hemen her maçtan sonra dizlerimizden altı kan revan içinde maçı bitirir, yenilen taraf, bir daha ki maçı beklemeye ve kurgulamaya başlardı. Kim araya girdi, ayarladı hatırlamıyorum, Sapanca’da yaptığımız bir maç sonrasında -ki maçı galip tamamlamıştık- Kırkpınarspor’lu arkadaşlarla beraber bir düğün yemeğine beraberce giderek yılların buzunu bir yemek ve sonrasında asma altındaki çay sohbetinde eritmiştik. Gençtik ve hesapsızdık.

Gençlik güzeldi. Gençlik benim için Metin demekti. Metin, sokaklarından geçtiğimiz kızlar, Metin, delikanlılığım, Metin, düğünlerde beraber halay çektiğim, Metin kıskandığım, Metin mektup demekti.

Daha askere gitmemiştik. Bir gece Metin’le dolaşıyorduk. Karşıdan yalpalaya yalpalaya Kamer abinin geldiğini gördük. Gelip tam ortamızda durdu. Sarhoştu, ağlamıştı. Karanlığın içinde bir süre baktı bize, konuşmuyorduk. Sonra o uzunca kollarını açıp, kardeşlerim diyerek ikimize birden sarıldı. Duyguluydu ve bizi çok sevdiğini söylüyordu.

Kolumuza girdi. Hadi, düğüne gidiyoruz dedi. İtiraz edemezdik ki zaten Kamer abimiz yanımızda iken itiraz etmek de aklımızdan geçmezdi. Hem düğün demek kızlar demekti, düğün demek halay çekmek demekti. Düğün demek kol kola olmanın mutluluğu demekti.

Üç sokak ötedeki düğün yerine vardığımızda, traktörün kasasındaki saz takımı toplanmaya, düğün dağılmaya durmuştu. Çimenlik ve büyükçe bir bahçeydi. Dağılmaya durmasına rağmen epeyce bir kalabalık vardı. Bekçiler kenarda, düğünün olaysız bitmesine refakat ediyorlardı. Film gibiydi. Kamer abi, sazcılara yaklaştı ve gür sesiyle seslendi: “Ben kardeşlerimle halay oynamaya geldim!”

Sazcılar, düğün sahibi, gidenler, bekçiler herkes bir birine bakıyor, herkes birbirinden medet bekliyordu. Biz, ortada üç kişi öylece duruyor ve bekliyorduk. Metin ve ben de renk vermiyorduk ama bizim içinde sürpriz olmuştu.

Kamer abiyi bütün semt tanırdı. Beş yaşındaki çocuk kadar duygusal ama öfkelendiğinde de beş kişiye aynı anda girişip kavga edebilecek kadar da gözü karaydı. Bilinirdi!

Düğün sahibi saz takımına rica etti. Yeniden akort yapıldı ve biz üç kişi; Kamer abi, Metin ve ben sağ kollarımızı birbirine dolayarak yavaş yavaş dönmeye başlamıştık. Gençtik, hesap yapmıyorduk ve abimizle beraberdik, yanındaydık. Hepsi buydu ama bu yetiyordu.

Aradan yıllar geçti. Yine geceydi. Yaz gecesiydi. Çok sıcaktı. Yıldızlar çatılarımıza kadar inmişti. Canhıraş uyandık, deprem oluyordu. Ne kadar da kıyamete benziyordu. Rabbimizdendi. İlahiydi.

Beş katlı binalar üst üste yığılıyordu. Gün açtığında her şey daha da korkunçtu. Sokaklarımızın şirazesi kaymış, dostlarımız enkaz altında almış, iniltiler ve ağlamalar ortalığı tutmuştu. Çılgın kuşlar gibiydik!

Metin, delikanlılığım… Metin, arkadaşım… Metin, sırdaşımdı…

Metin enkaz altından çıkamamış ve gençliğim yetim kalmıştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi