MEKTEPLİ Mİ ALAYLI MI?
Her sektörün kendi içinde bazı kavgaları, bazı çekişmeleri vardır. İletişim sektörü ise daha da fazla barındırır bu kavgaları. İletişim sektörünün en büyük sorunu ise herkesin kendini söz sahibi hissettiği bir sektör olması. Sorsanız herkes reklamcı, herkes gazeteci herkes televizyoncu, herkes yönetmendir. Hem akademik anlamda hem de sektörel anlamda reklam sektörünün öncülerinden Fatoş Karahasan’ın “Neden Herkes Futboldan ve Reklamdan Anlar?” kitabında bunu daha detaylı inceleyebilirsiniz. Evet, maalesef özellikle reklam sektörü herkesin bir fikrinin olabileceğini hissettiği bir sektör. Ajans pazarlama düşünür, pazarlama stratejileri düşünür, pazarlama hedeflerine uygun reklam fikri ortaya atar, saatlerini harcar, emeğini harcar ama inşaatçısı da, hastanesi de, sanayici de reklam hakkında söyleyecek çok sözleri vardır. Hemen bir hata bulup acaba şöyle desek mi diye revize yemeniz mümkündür. Tabi logoyu bir tık büyütsek mi revizesi artık klişeleşmiş garanti revizeler arasında. O logo bir tık büyür de sen bir tık gitmezsin sevgili müşteri.
Reklam sektörünün en büyük sorunlarından birisi de alaylı mektepli tartışması. Sektörün içerisinde usta-çırak ilişkisi ile yetişenler okulluları, okulda dirsek çürütenler alaylıları beğenmezler. İkisi de birbirini anlamamaktan şikâyet eder. Okuldan gelenler alaylıların ne dediğini anlamadıklarından, zihinlerinde oluşturdukları projelerin ortaya çıkamamasından şikâyet eder. Alaylılar ise okulluların yüksek bilgi perdesinden konuşmasından bir şey anlamadıklarını söyleyerek genelde ajans imkânlarının yetersizliğinden dem vurur. Ya görsel yoktur, ya prodüksiyon için gerekli maddi imkân. “Burada işler sizin okulda gördüğünüz gibi yürümez” diyerek nasihate başlar alaylılar. Her okullu duymuştur “okul ile sektör arasında fark var” lafını. Aslında işler tam da okulda görüldüğü gibidir. Ancak okullunun bunu karşı tarafa anlatması gerekir. Tabi literatüre takılarak kitap üzerinden reklam anlatan okulları ayırıyorum. Önce şunu anlamalıyız, ne usta-çırak ilişkisi ile ne de okulda dirsek çürüterek reklamcı olunmuyor. Okulda okuyan öğrenciler sanıyor ki mezun olur olmaz hemen bir ajansa yönetici olacak orda emirler yağdırmaya başlayacak. Okuldan gelen burnu havada öğrenciler ise alaylılar tarafından ukala olarak nitelendiriliyor. Şunu unutmamak gerekir ki iyi bir reklamcı olmak için ne sektörde yetişmek yeter ne de okul okumak. Bilgi birikimini sektörde kullanamayan, sektörde burnu sürtmeyen birinden reklamcı olmaz. Ancak sektörün içerisine girip pazarlamadan bir haber, reklamdan bir haber olan adamdan da reklamcı olmaz. İşin sırrı ikisini birleştirebilmekte yatıyor.
İyi bir ekip olmak için alaylı mektepli tartışmasına girmektense karşılıklı bilgi paylaşımı yapabilmek en doğrusu. Kendi arasındaki iletişim problemini çözemeyen sektör çalışanı müşterinin pazarlama iletişimi problemini hiç çözemez. Önce karşılıklı saygıyla birbirimizi anlamalı ve aynı iletişim perdesinden konuşabilmeliyiz. Reklam kampanyası yaparken nasıl hedef kitlenin algı düzeyiyle hareket ediyorsak karşımızdaki insanlara bir şeyler anlatırken de aynı yöntemi uygulamamız gerekir. Yoksa terzi söküğünü dikemez, ajanslardaki iletişim oyuğu büyür gider. Ne demiş Mevlana Celaleddin-i Rûmî “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” Kısaca önce ben okulluyum ya da ben alaylıyım demeden önce empati kurmayı bilmek gerekiyor.