Musab Seyithan
Musab Seyithan Mazide kalan bir olay ve iki yorum-2

Mazide kalan bir olay ve iki yorum-2

Geçen haftaki yazımızda, halkın doğru bilgilendirilmesi gereğine inanan ve bu uğurda öğrendiklerini kimseye diklenmeden ama dik duruşunu sürdürerek topluma intikal ettiren Musab öğretmenin, Bingöl Kiğı merkez camiinde 12 Eylül 1980 ihtilalinden iki sene sonra okuduğu tesettürle ilgili hutbesinden ve yankılarından bahsetmiştim. Bu hafta da yankılarına devam edip nereden nereye gelindiğine dair, konuyla ilgili iki yorum yapacağım.

…Musab hocanın hutbe konusu ilçede hemen yayılır. Bir kısmı tasvip ederken, bir kısmı da “Bu adam kim yahu. Neyine güveniyor. Kenan paşaya nasıl diklenir” diyor. Pazartesi Yatılı Bölge okulunda dersi olan Musab hoca, Müdür yardımcısı, Kemal Narman’ın odasına gider. Kemal Narman, Kiğı’nın etkin bir sülalesindendir.

- Yahu Musab hoca, sen Cuma günü hutbede Cumhurbaşkanına neler söylemişsin öyle!

- Ne söylemişim.

- Urfa’daki konuşmasına veryansın etmişsin.

- Ben kimsenin ismini vermedim. Sadece İslam’daki örtünmeyi anlattım. Ona karşı olanların uydurdukları gerekçelerin komik ve çocukça olduğunu vurguladım. Bu arada Urfa konuşmasını yapan Kenan Evren’e de bir pay düşmüşse o da şansına. Ben kimseye hakaret etmedim.

- Yahu arkadaş sen neyine güveniyorsun? Camide sen nasıl siyaset yaparsın?

- Bak Kemal Bey, ben Allah’tan başka kimseye güvenmiyorum. Yalnız camide siyaset yapma meselesine gelince; ben orada hiçbir siyasinin sözcülüğünü yapmadım. Camide herhangi bir siyasi partinin görüşlerini yansıtarak camiyi bu anlamda politize etmenin ben de karşısındayım. “Camiye, okula, kışlaya siyaseti sokmayalım” diyenlere bakın! En çok politika kışlada ve okullarda yapılıyor. Demokratik yollardan iktidara gelen hükümetlerin önünde ayak bağı olarak hep askerleri görüyoruz. İşlerine gelmediği zaman “cumhuriyeti koruma ve kollama görevi” bahanesiyle hemen siyasete el koyuyorlar. Hâlbuki Mustafa Kemal Paşa “TBMM’nin üstünde hiçbir siyasi güç yoktur” dediği halde her ortamda Atatürkçülükten dem vuran bu beyler TBMM’nin üstüne her on yılda bir çıkıyorlar. Bir düdük sesiyle bunu yapıyorlar. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri bunların tipik uygulamasıdır. Okulların durumu da bundan beterdir. Her ideolojik gurup kendi ideolojisi doğrultusunda öğrenci yetiştirmek için kurtarılmış okullar ve yurtlar peşindedir.

Burada en masum kalan yine camilerdir. Camiler de belki, zaman zaman politikaya alet edilmişlerdir. Fakat camilerin asıl işlevi, halkı İslâmî gerçeklerde buluşturmak, onları İslam kardeşliğinde kaynaştırmak, onlara İslam siyasetini anlatmaktır. Şimdi üzerine lazım olmayan bir politikacı, Cumhurbaşkanı kalkacak, Yahudilerin tahrif mantığı ile hareket ederek Kur’an’daki örtünmeyle ilgili ayetleri hırpalayacak ve buna da dinî yüksek tahsil yapmış olanlar seyirci kalacak! O, siyaseti dini yıpratmak için kullanacak, siz dinin doğru olarak anlatılması gereken yer olan camilerde bunlara, ikna edici cevap teşkil edecek hutbeler okumayacaksınız. Okursanız camiye siyaseti sokmuş olacaksınız. Bu nasıl mantık Allah aşkına? Camiler sadece namaz kılma ve kıldırma mekânları değildir. Dinin bütün doğrularının korkusuzca dile getirildiği ya da getirilmesi gereken yerlerdir. Orayı resmi daire olmaktan çıkarmak gerekir. Eğer bunun adı camiye siyaseti sokmaksa bırakın da bu kadarı da sokulsun. Camiler, toplumun kanını günde beş defa temizleyen bir kalptir. Sezai Karakoç üstadın ifadesiyle “Cami; mihrabıyla bir mabet, minberiyle bir devlet, kürsüsüyle bir mekteptir.” Dolayısıyla cami kavramını iyi algılamak, onun misyonunu iyi kavramak gerekir.

-Yahu Musab hoca, sen ne yaman şeymişsin böyle. Sakin duruyorsun ama konuşmaya başlayınca alimallah makineli gibi sayıyorsun.

- Neyse öğretmen zili çaldı. Ben dersime gidiyorum. Sana kolay gelsin, diyerek ayrıldı Musab hoca.

Evet, bütün bu anlattıklarımız hayal değil gerçekti. Kurgu değil yaşanan hayatın ta kendisiydi. Bu anlatılan fotoğrafa baktığımız zaman şu iki gerçek net bir şekilde gözükmektedir:

1- Yüce Allah Bakara suresinin 42. Ayetinde; “Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin” diye buyurmaktadır. İdeal Müslüman bir ilim ehli, etkili-yetkili ve güçlü birileri tarafından toplumun yanlış bilgilendirilmesine ve yönlendirilmesine seyirci kalamaz. Bu konuda çıkar hesapları da yapmadan; “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı sağlam tutar.” (47Muhammed:7) ayetinin gereği, Allah’ı yanında bulur. Bir de idareciler sizin inançlarınızın paralelinde iseler Allah’ın yardımı ve idarecilerin de takviyesi ile bu din toplunda yeniden ihya ve inşa edilir. İdareciler, ihsan etmeseler de gölge etmesinler yeter. Çıkar hesabı yapmayan ulema ile halkı baş başa bıraksınlar kâfi. O zaman camilerimiz birer “halk üniversitesi”ne dönüşür. İşte o zaman Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Camilerimiz; mihrabıyla bir mabet, minberiyle bir devlet, kürsüsüyle bir mektep” işlevi görür.

Âlimlerimiz de Allah’ın dinini dert edinmelidir. Unutmayalım ki, “Allah’ı dert edinenin Allah özel dertlerini dert edinir. Allah’ı dert edinmeyeni, Allah dertleriyle baş başa bırakır.” Memurluğunu, idareciliğini, terfilerini, kör olası hanedeki evladı ıyalini, yaşını, işini, eşini ve aşını bahane ederek haksızlıklar karşısında susanlar, sürüngen olmaya mahkûmdur. Müslüman ise omurgalı olmak zorundadır. Bundan kırk yıl önce eğer Musab öğretmen, militarist bir ihtilal sonrasında halkı yanlış bilgilendirerek saptırmaya çalışan oligarşinin yalanlarını, hiçbir mazeret ve çıkar hesabı yapmadan deşifre eden hutbe irat etmişse, bugünün öğretmen ve hocalarının hiç mazeretleri olamaz. Allah, hesabî olanın değil hasbî olanın yanındadır.

2- İkinci yorumumuza gelirsek: Bir dönem, her türlü risk göze alınarak tesettür mücadelesi yapılmışken bugün Müslümanlarımızın kız ve gelinlerine Allah için bir bakın. Sadece kafada yarım yapalak, aksesuar cinsinden bir başörtüsü… Alt tarafı izah etmeye gerek var mı bilmiyorum? Dün üniversite önlerinde “başörtülüler” mağdur iken bu gün sözde başörtülülerde “başörtüsü” mağdur hâle gelmiştir maalesef…

Hanımlar! Lütfen tesettürü yozlaştırmayalım. Tesettür sadece başörtüsü değildir. Vücut hatlarını belli etmeyen bir dış elbise de Ahzab suresinin 59. Ayeti gereği giyilmelidir. Göğüs ve basenlerinizi deşifre ederek sadece başınızı sarıp sarmalamakla örtünmüş olmuyorsunuz. Rasûlüllah’ın ifadesiyle “Giyinmiş ama çıplak”sınız.

Bu gün artık yaz mevsimi, günahların aleniyete dönüştüğü, cadde ve sahillerin et yığınlarıyla dolup taştığı, parkların oynaş alanlarına döndüğü bir mevsim olarak kirletilmektedir. Sıcak havaları fırsat bilen ahlak yoksunları ne kadar dekolte giyinirse, o kadar cesur oluyormuş. Ahlaksız magazin basını öyle yazıyor.

Bugün de artık dün sahip çıktığımız örtünmemizi, Kur’an’ın öngördüğü şekilde yapmalıyız. Modernist sapmaya ve nefsimizin çılgınlıklarına pabuç bırakmamalıyız. Hocalarımız da usulüne uygun olarak bu konuyu sıkça dile getirmelidir. Yoksa uygulamadaki yanlışlıklar, doğru olarak algılanmaya başlar. Kafayı örtüp, daracık pantolon içerisine sıkıştıklarında kendilerini örtünmüş sanan gelin ve kızlarımızın sayısı gittikçe çoğalmaktadır. Sokaklar onlardan geçilmez hâl almaktadır. Veliler de kırmadan, ikna ederek ve sevdirerek kızlarını küçük yaşlarda tesettüre alıştırmalıdır ki, ergenlik çağına girince zorlanmasınlar. Vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi