Maskeleri Çıkarın
Hele çıkın şöyle meydana, hele görelim kimsiniz, kimlerdensiniz? Biz biliyoruz da kim olduğunuzu biz sizin gibi namert değiliz. “Aman!” diyene elimiz kalkmaz, arkadan vurmayız kalleşçe… Üstmüş, altmış tüm aklınızı fikrinizi bu toprakların ve bu milletin huzursuzluğuna, fenalığına yormuş olanlar sahi hangi meskeniz takılı bu yüzyılda?
Yakın tarihimizin sokak aralarında dolaşmaya çıktığımız zaman karşımıza çıkan onca olaydan, bizi en çok etkileyen ve tüm iç dünyamızı sarsanları nedense hep karışıklık ve kriz anları oluyor. Her kargaşa anında derin bir şüphe ile “Bizimle kim oynuyor? Kim sokuyor bu fitneyi aramıza? Bu toprakların huzur bulmasını rahat bulmasını istemeyenler var? Gizli eller iş başında!” diye başlayan soru cümleleri kurmaya başlıyoruz.
“Sen kaybettin” deyip karşımızda gülenler, bir süre sonra kaybedenleri oynamaya başlıyor. Taraflar hangi ilişkiler içine gireceğini ve ne tür sonuçlar alacağını başkalaşmış kanıtlara ve etkenlere bağlıyorlar. Menfaat ve netice gözetilirken bu dış etkenler, kendi çıkarlarını çoktan planlamış ve uyulama alanına koymuş oluyorlar.
Şimdiye dek kurmuş olduğumuz cümleler, karamsar ve hep bir oyunun içinde olduğunu düşünen bireylerin yaklaşımı gibi görünmekte. Ne yazıktır, bu düşünce güçlenerek gün be gün devam etmektedir.
Bu şüpheci ve karamsar yaklaşımla bakmaya devam edelim; ülke adı konmamış bir savaşın içinde. Birileri bu savaşa satılmışlık diyor diğeri istiklal mücadelesi. Üst akıl deyince gülüp geçiyor masası başında bir yazar diğeri düşündükçe çıkamıyor işin içinden. Ufak tefek gibi görünen sokak olayları gün geçirmeden patlak veriyor. Bahane üretmekte mahir milletimiz her an kavgaya meyilli haliyle bekliyor. Esasen “kavga” bu milletin kanında olan bir tetikleyici duygu, yazık olan kiminle kavga etmemiz gerektiğini unutmuş olmamız.
Millet olma çabamız belki de Müslüman olmamızla yeniden şekillendi. Ruhunu uzak topraklardan, cismini Anadolu’dan alan yapımız, kavgaya alışık olması nedeniyle hür ve bağımsız olmayı varlık nedeni saydı. Bu yüzden esarete asla boyun eğmedi. Lakin bunu bizim kadar dışarıda birileri de fark etti. Onlar bizi uzun bir zincire bağlayıp özgür olduğumuzu hissettirmeye gayret ettiler. Mesele burada başladı; ayağımızda zincirler olduğu halde özgürüz hissine kapıldık.
Ne olup bittiğini anlamaya çalışmak da artık yorar bazen, öyle ki; ne televizyonda ne gazetelerde gündeme dair tek bir haberi okumak istemeyiz ancak bu topraklarda yaşamak kolay değildir, muhakkak bir yerde bulur kaçtıklarınız. Nitekim ne doğu ne batı, ne varsa bu topraklarda var, kendi kendimize yeteriz, karışma şunlara diyemezsiniz. Nasıl diyeceksini ki?
Yanı başınızda yok oluyor bir şehir. Daha dün bir bardak çayı aynı maada içtiğiniz güvenlik görevlisi arkadaşınız bayrağa sarılı olarak geçiyor gözleriniz önünden. Aynı olaya birisi terör diyor diğeri yaşam tarzına saldırı. Akıllar değil algılar, fikirler değil kandırılmışlıklar kol geziyor şehrin orta yerinde ve şehir atmak istiyor bunları içinden bir an önce.
Güçler savaşı var diyor kimi yazarlar ve inandırıcı oluyorlar çoğu zaman, inanmak istemesek bile bir mücadelenin sürgit devam ettiğini hissediyoruz. Savaşan tarafları elle tutulur gözle görülür kılan bir iz yok ama biz zaten bu tarafları tanımakta istemiyoruz, kendi ülkemizde kendi topraklarımızda üzerimizde birilerinin planı olmadan huzurlu, refah ve özgürce yaşamak istiyoruz. Özgürlük diyoruz ama ölçülmüş, prova edilmiş bir özgürlük değil…