Makam, Kadın Ve Özellikle Para İle İmtihanımız
Güvendiğim bir hocam, özelden bana bir mesaj gönderdi. “Çok samimi olduğum bir dostum, Tayyip Beyin, büyük bir iş adamı olan gençlik arkadaşına, bazı şikâyetlerde bulununca iki saatlik bir görüşme sonunda şöyle bir hayatî cümle kullandığını söyledi: “Tayin ettiğim güvenilir adamlar 6 ay içinde bozuluyorlar. Ne yapayım MASA, NİSA ve KASAYI gören sapıtıyor.” İşte meselenin bam teli burası.
Görüyoruz ki, Mahalli seçimler yaklaşırken hizmette yarışanlarla makam kapmada koşuşanların tozu dumana kattığı günleri yaşıyoruz. Düne kadar can ciğer kuzu sarması olanlar, “Beni tekrar aday koymadılar” diye parti yönetimlerine verip veriştirenlerin demeçleri işgal ediyor haber bültenlerini…
Bu dünyada parayla, makamla, kadınla, eşimizle ve çocuklarımızla imtihan olunmaktayız. Eskiler; “masa-kasa-nisa, insanın denendiği alanlardır” derler. Birçok kişi bunlarla ayartılmıştır. Masa, makam; kasa, para; nisa da kadın demektir. Suç oranlarını araştırdığınızda, bunlardan birisiyle ilişkili olduğunu görürsünüz. İşlenen suç ve cinayetlere bakın, gerisinde ya kadın vardır veya alacak-verecek davası vardır ya da görevi kötüye kullanma...
İnsanın doğuştan getirdiği bir takım zaafları vardır. Kadına ve paraya/mala aşırı düşkünlük bunların başında gelir.“İnsan zayıf yaratılmıştır.” (4/Nisa:28) ayetinin tefsirinde İbn-i Kesir; “Erkeklerin zayıf olduğu konuların başında kadınların geldiğini ve Sahabeyi Kiram’ın bu ayetin tefsirinde buna ağırlık verdiklerini” açıklar. (İbn-i Kesir, Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, 1/479). “Gerçekten o/insan, mala karşı aşırı derecede düşkündür.” (100/Adiyât:8) ayeti de insanoğlunun mala karşı zaafını ortaya koymaktadır.
Yüce Allah, yarattığı kulunda bu özelliklerin bulunduğunu önceden bildirerek tedbir almasını ve mala/paraya yenik düşmemesini öğütlemiştir. Yenik düşenlerin de dünya ve ahiret manzaralarını K.Kerim’in değişik yerlerinde tablolaştırmıştır. Yazımızın akışı içinde bu tablolardan birini size arz edeceğiz.
Günümüz insanı, gittikçe maddeyi daha da kutsamakta, bütün yatırımlarını buna yapmakta, kartlarının hemen hemen tamamını dünya malı için açmaktadır. Avrupaî hayatın her türünü taklide yeltenen insanımız da bu sapmadan nasibini almaktadır. Materyalist Avrupalı ile ilgili olarak, daha sonra hidayete ermiş bulunan Batılı Prof. Muhammed Esad şunları kaydetmektedir:
“Avrupa’daki insanların cümlesi demokrat olsun, faşist olsun, kapitalist veya sosyalist olsun, fikir veya işadamı olsun ancak ve ancak bir tek din bilmektedir. O da maddi yükselişe ibadet edip hayatın birinci gayesinin, insan yaşayışını kolaylaştırmak olduğuna, daha kısa deyişle ‘MUTLAK ÖZGÜRLÜĞE”, yani kayıtsız, başıboş bir hürriyete inanmaktır. Bu dinin mabetleri; fabrikalar, stadyumlar, sinema, tiyatro ve dans salonlarıdır. Onun din adamları da bankerler, futbolcular, sinema yıldızları, mühendisler, ticaret ve sanat erbabı ve uçuş kahramanlarıdır.” (Prof. Muhammed Esad, Yolların Ayrılış Noktasında İslam, s.38)
Kantarın topuzunu kaçırmaması için insanımız, para, kadın ve makama karşı “duruşunu” iyi tespit etmesi gerekmektedir. Sahip olduğu mal, para, makam gibi nimetlerin kendisi için birer imtihan vesilesi olduğu, yoksa hayatın gayesinin bu olmadığı bilincini asla yitirmemesi gerekir. Zengin, kendisine emanet olarak verilmiş olan malı, Allah yolunda harcayıp harcamadığının hesabını verecektir. Yoksa yığın yığın biriktirdiği paraları, kendisi için cehennemde azap malzemesi olacaktır. Bu konuyla ilgili K.Kerim, “Kenz” ayeti diye bilinen Tevbe suresinin 34-35. ayetlerinde şu tabloyu canlandırmaktadır: “Altın ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acıklı bir azap ile müjdele. Kıyamette, o biriktirilen altın ve gümüşlerin üzerleri cehennem ateşinde kızdırılacak da, bu mal toplayanların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak ve onlara şöyle denecektir: “İşte bu, sırf kendiniz için kasalara tıkıp sakladıklarınız! Artık topladıklarınızın acısını tadın bakalım!..”(9/Tevbe:34-35).
Âlimlerimizin bir kısmı “zekâtı verilen her mal, bâtıni/saklanabilen dahi olsa “kenz” değildir fakat zekât verilecek miktara ulaşıp da, zekâtı verilmeyen her mal da, zâhirî/saklanamaz olsa dahi “kenz”dir.” (Buhari, Zekât 4) hadisi ile amel ederek, “Buradaki infaktan zekât kastedilmiştir.” diye tahsis yoluna gitmişlerdir. Fakat bu manayı, zekât vermeye tahsis etmeye imkân yoktur. Aksine, gerekli olan, şöyle denilmesidir; “KENZ, İÇİNDE VERİLMESİ FARZ OLAN KISMIN VERİLMEDİĞİ MALDIR.” Bu hususta zekât ve keffaretler için yapılan harcamalar buna dâhildir. Allah’ın dininin hâkimiyeti, yani “İ’lâyı Kelimetullah” için yapılan harcamalar buna dâhildir. Hac, dini ve hukuki hususlar ile kişinin çoluk-çocuğuna yapacağı harcamalar, telef ettiği şeyin tazminatı ve suçların diyetleri olarak verilmesi gereken harcamalar da buna dâhildir. Bütün bu harcama kalemlerinin ihlal edilmesi, ayetteki tehdit kapsamına dâhildir. (Fahreddin er-Razi, Mefâtihu’l Ğayb, 11/496).
Altın ve gümüşün, başka bir ifade ile paranın hakkı, insanlığın faydası açısından yaratılış hikmeti, mübadele vasıtası olması, yani alış-verişi kolaylaştırması ve Allah’ın kullarının gerçek ihtiyacına harcanmasıdır. Üstelik “Sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir nimet, bir devlet ve kuvvet olmamasıdır.” (59/Haşr:7). Para, halk arasında tedavül edilmelidir. İhtiyaçların ehem olanı, mühim olanına, şiddetlisi hafifine tercih edilerek güzelce harcanmalıdır. İhtiyaçların önceliklerine göre sarf edilmesi gerekirken, bazıları onu ya çar-çur eder, ya da tedavülden çekerek/yastık altı edip herhangi bir yerde gizleyerek yığar ve sımsıkı saklar ve bunları Allah yolunda sarf etmezler. Allah için hakkını vermezler. Bunlar parayı toplayıp saklamak ya da sırf kendi nefisleri için haddinden fazla harcamak suretiyle Allah yolunda infaktan alıkorlar. Bu paralarla Allah yolundan saptırmak için para harcayanlara karşı mücadele etmek varken, bunlar tutarlar parayı hiç bir işe yaramaz hale getirirler. İşte bunlar yok mu? Kim olursa olsunlar, Allah yolunda harcamadıkları ya da mala aşırı düşkünlükten dolayı harcayamadıkları, sırf kendi öz canları için sakladıkları malları, cehennem ateşinde kızdırılarak alınları, yanları ve sırtları dağlanacak, şimdi tadın bakalım şu saklaya geldiğiniz şeylerin tadını. Bakınız bakalım tadı nasıl imiş?” denecek. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 4/324).
Sahabe ve Tabiin’in sade/yalın ferdî ve toplumsal hayatının ihtiyaçları, toplanan zekât gelirleriyle kapatılabiliyordu. Emevi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz, geçimini maaşla sağlayanlara; “Herkesin barınacağı bir ev, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası olmalıdır. Bu imkânlara sahip bulunmayan kimse borçlu sayılır ve zekât fonumuzdan desteklenir.” (Ebu Ubeyde, Kitabu’l Emval, s. 556) diyerek sosyal ve ekonomik ihtiyaçların, yerli yerince toplanıp dağıtılan zekât fonuyla halledildiğini ortaya koyuyordu.
Günümüzün Müslümanları, İslam’la hükmeden devlet gibi bir güçten mahrumdur. Böyle bir dezavantajdan dolayı vicdanlara terkedilmiş olan zekât müessesesini sağlıklı bir şekilde işletmek, Müslümanların boynuna borçtur. Bunun yanında Müslüman zenginler, Allah’ın dininin kitlelere iletilmesi için çağın gerekli tüm iletişim araçlarını devreye sokmak için gerekli infakta da bulunmak zorundadır. Harpler, cereyan ettikleri devirlere göre değişime tabi olurlar. Devrimizde meydan savaşlarından daha önemli bir savaş şekli vardır ki, o da fikir harbidir. Bu savaşın malzemesi; basın, radyo, televizyon istasyonları ve ilim müesseseleridir. Müslüman olmayan kuvvetler, maalesef metotlu çalışmalar ve maddi harcamalar sayesinde fikir harbinde Müslümanların faaliyetlerini ve iman esaslarını tahrip ediyorlar. Müslümanlar da bu duruma cılız bir çıkışla seyirci kalmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Hâlbuki günümüzün en ehemmiyetli savaş şekli bu çeşit harplerdir. (Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Zekât Müessesesi, s.368).
İşte zengin Müslümanlar, inancına sahip çıkarak onu mezarlık ve cami dışına da taşıyıp kamuya mal edebilmek için kazancının zaruri ihtiyaç kısmını aldıktan sonra, gerektiği kadarını Allah yolunda harcamalıdır. Allah’ın dininin ihya ve inşası için elemanlar ve ilim adamları yetiştirilmesi projesine finansman kaynakları oluşturmalıdır. Günümüzün en geçerli cihat alanları buralardır. Cihatla ilgili ayetler incelendiği zaman önce “mallarınızla cihat edin” deniliyor. “Canlarla cihat” ikinci olarak zikrediliyor. Çünkü mallarını Allah yolunda harcayamayanlar, yiğitler meydanında canlarını ortaya koyamazlar. Varlıklı Müslümanlar her konuda samimi olmak ve iyi düşünmek zorundadırlar. Kazandıkları; kendilerini kurtarma yerine, cehennem malzemesi olmamalıdır. Müslümanların izzeti ayaklar altında iken ve her türlü zulüm reva görülürken “sırf öz nefisleri için” mallarını harcayanlar, hayat konforunu, İslamî yapılanmanın önüne koyanlar, oğlunun-kızının-gelininin lüksü uğruna milyarları su gibi harcayanlar, ehemi mühime tercih etmelerinin, Müslümanların aciliyet kesbeden davalarını kaale almamalarının, kısaca ânın vacibine yatırım yapmamalarının hesabını bir gün vereceklerini unutmamalıdırlar. Vesselam.