KÜRESELLEŞMEYE KARŞI TÜKÜRÜLMEZ
Global ölçekte XXI. yy’da insanoğlu, Trump kaynaklı, sorunsuz bir günün dahi geçmediği günleri yaşamaktadır. Artık Trump, üniversitelerin İktisada Giriş derslerinde okuyan öğrencilerin dahi bildiği genel ekonomi kavram ve kurallarına aykırı politikaları uygulamaya koymaya çalışmakta, hatta sahip olduğu üretim, finans ve askeri gücünü de hoyratça kullanmaktan çekinmemecesine arkasına alarak dünyaya dayatma ve kabul ettirmeye çalışmaktadır. Küreselleşmenin tüm ülkeleri ve firmaları hemen her alanda daha bir sıkıca sarıp sarmaladığı, uluslararası ticarette ülkeler arasında fiziki sınırların öneminin ortadan kalktığı, dış ticaretin ve tasarruf fazlalarının finansal enstrümanlarda değerlendirilerek (plasman) bunların ışık hızıyla ülke borsaları arasında dolaşımının kısıtlamalarla önüne geçilmesi olasılığının kalmadığı günümüzde, Trump’ın böyle bir yolu tercih etmesi, gözü karalık değilse, en hafif ifadeyle aymazlıktır.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeki Dünyamız ve ekonomik sistemi, 1900’lü yılların başlarında hatta ortalarındakinden, her açıdan çok farklıdır. Özellikle son elli yılda reel ve finansal sektörün küreselleşme sürecine girmesiyle birlikte dünya ekonomisinde güç dengeleri, ABD’nin istediği gibi gelişmedi. Zaten şu an dünyanın başına gelen sorunların temel sebebi, ABD’nin ekonomik güç bakımından Çin, Almanya hatta Rusya karşısında bile göreceli olarak irtifa kaybetmesidir. Bu gerçeğin farkında olan ABD tarafından, tekrar dünyanın tek patronu olabilmek amacıyla iktisadi gücünü artırmak adına ilk önce, sırayla en fazla dış ticaret açığı verdiği Çin ve Meksika’dan yapılan ithalatı gümrük duvarları örerek azaltmak istemesi, günümüz koşullarında uygulamaya konulacak en son ekonomi politikasıdır. Dünya ticaret pastasının %24’ü ile en büyük parçasını elinde bulunduran ABD’nin, %19 ile hemen arkasından gelen, değişik tarihler dile getirilse de maksimum çeyrek yüzyıllık bir sürede ilk sıraya yerleşeceğine kesin gözüyle bakılan Çin’e karşı verdiği dış ticaret açığını azaltmak için, bu ülkeye gümrük kalkanı oluşturarak karşı koymaya çalışmasının başarılı sonuç verme olasılığı sıfırdır ve ABD ekonomisinin çaresizlik içinde olduğunun bizzat kendi başkanı tarafından, dünyaya ilan edilmesidir. Meksika’da özellikle otomotiv sektöründe sahip olduğu ucuz işgücü ve teknik düzeyi, avantaja çevirmekten çekinmeyecektir.
Ülkelerin birbirlerine karşı gücünü göstermesi ve kabul ettirebilmesinin yolu, Trump’ın ABD’sinin uygulamaya koymaya çalıştığı yaptırımlardan değil, inovasyon, teknoloji ve bilime aktarılan kaynakların fazlalığından geçmektedir. Çünkü ülkesel bazda, ABD tarafından ekonominin genel kurallarına aykırı bir şekilde yapılan dayatmaya karşı, güçlü bir şekilde cevap verebilecek kapasitede Çin, Almanya, Japonya, Fransa, Rusya, Meksika gibi ülkeler vardır. Kur savaşlarından sonra dünya ticaret savaşları olarak tanımlanan söz konusu karşılıklı restleşmenin başta ABD olmak üzere, tepkisel olarak yaptırıma yaptırımla cevap veren ülkelere de hiçbir olumlu katkısı olmayacaktır. Diğer ülkelerin ABD ile böyle bir mücadeleye girişmesinin sonucu, dünya ekonomisinin toptan durgunlukla (stagnasyon) karşılaşacak olmasıdır. Durgunluğa giren global ekonomi demek, tüm ülkelerin küreselleşme olgusuna bağlı olarak milli gelirlerinin karşılıklı etkileşim nedeniyle azalması, bunun da sonucu hem ihracat ve ithalat yapma kapasitelerinin zayıflamasıdır. Böyle bir sondan ABD dahil, hiçbir ülkenin kazançlı çıkması olanaksızdır.
Trump’ın ABD başkanı olmasının verdiği özgüven ve geri adım atması halinde düşeceği durum dikkate alındığında, uygulamaya konulmaya çalışılan korumacı politikalardan geri adım atma olasılığı kısa dönemde yüksek görünmemektedir. Yani ülkelerin ticaret savaşlarına ve karşılıklı yaptırımlara karşı şimdiden ekonomi politikalarını güncellemeleri şarttır. Bu genel olumsuz koşullar altında tek tek ülke ekonomilerinin, istikrarlı bir trend içinde olmalarını beklemek, fazla iyimserlik olacaktır. Ülkemiz açısından konuya yaklaşıldığında dünya ticaret savaşları ve genel durgunluk ikliminden dolaylı etkilenmek gibi bir şansa sahip olsak da, Afrin operasyonu, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından olan Moody’s tarafından siyasi ve sübjektiflik unsurlarının ağır bastığı şeklinde yorumlanan Türkiye için verilen olumsuz not ve ithalata bağımlı büyüme bağımlılığından kurtulamayan bir dış ticaret yapısı, bir an önce çözüme kavuşturmak zorunda olduğumuz konuların başında gelmektedir. Bu sorunlar karşısında ülke olarak başarıya ulaşmamız, ekonomik açıdan geleceğe daha güvenli bakmamızın anahtarı olacaktır.
Soru: İstikrarlı büyüme mi yoksa sürdürülebilir büyüme mi tercih edilmeli? Neden?
Sözün Gözü: Bana yöneticini söyle, sana kurumunun kalitesini söyleyeyim.