Kötülüğü İyilikle Savmak
İyilikleri çoğaltıp kötülükleri azaltmak gibi insani ve vicdani bir ilkemiz var. Temsil ettikleri ve ait oldukları yer itibariyle iyi ve kötünün insanlık tarihi boyunca karşı karşıya gelmeleri bir tecelli ve hakikat.
İnanan ve hakkın “iyilikle” beraber olduğuna teslim olmuşlarız. Diğer yandan her insanın fıtrat üzerine doğduğunu da kabul ediyoruz. Fıtratın “iyi” olduğu da hakikat. Hemen her inanç ve din, insanın öz ve cevher olarak “saf iyilik” üzerinde yaratıldığını kabul ediyor.
İyinin “iyi” olduğu konusunda çoğunlukla ittifak halindeyiz. Mesele şu ki kötülüğün azalıp yok olması konusunda aynı çizgide bir araya gelemiyoruz.
Bahsini ettiğimiz mevzu iyiliğin tanımı ve felsefi olarak yeri değil elbet. Mevzu şu ki acaba kötülük düne göre daha mı güçlü ve daha mı rağbet görür halde? Bunu istatistik bilimine ya da sosyal bir deneye dayandırarak sormuş değilim. Bu dönemin geçmişe göre daha kötü olduğunu da ispata kalkışmadım. Tahmin ettiğiniz gibi görüp şahit olduğum, izleyip duyduğum, okuyup haber aldığım kaynaklara göre bu tezi dillendiriyorum.
Çevremizde yumruğu sıkılı, her an patlamaya hazır, haklı kimdir bakmaksızın kendini haklı çıkarmanın derdinde olan insanlar yok mu? Söze yol vermeden, gönül kelamı ile konuşmadan vurup kırmaya, yıkıp dökmeye hazır insan sayısı ne kadar da fazla?
İzlediğiniz dizilerde kötü karaktere yüklenen anlam, yeri ve aldığı zaman, temsil ettiği kavramın gücünü kutsuyor değil mi? Filmin kötü karakteri filmin sonunda kaybetmeyecek, baş kahramanımız kötülüğü yenmeyecek miydi? Farkında mısınız çoğu filmin, dizinin baş kahramanı zaten yaptığı kötü işlerden dolayı senaryoya rengini veriyor. Hırsız, dolandırıcı, katil, ağzı bozuk onca adam racon kesmek adına mafya babası rolünde güya “iyi işler” yapıyor.
Yolda, sokakta, parkta bahçede birbiriyle nahoş hitaplarla konuşan gençler kimi örnek aldılar? Değil muhabbete katmak ağza alınmasının bir zamanlar abes ve ayıp karşılandığı ifadeler komedinin, esprinin ana malzemesi oldu.
Adi ve toplumsal suçların her zaman ve her toplumda var olduğu gerçek. Bununla beraber suçların azalması, güvenilir bir ortamın inşası beklenirken neredeyse herkes kendini güvende hissetmiyor. Suçun ve suçlunun terbiye edilemeden salıverildiği algısı, cezanın yetersiz kalması, huylunun huyundan vazgeçmemesi huzursuzluk vermiyor mu? Daha vahimi ise kötü ve fena işi yapanlar, yaptığının fenalığından hiç rahatsız değil, üstüne üstlük bu durumun verdiği güçle pervasızlığını devam ettiriyor.
Haydi adli vakalar ile ilgili durum böyle ya bizler… Hoş görmek prensibi son yıllarda neden bu kadar cılız kaldı. Yol vermek yerine had bildirmek, “senin dediğin gibi olsun” yerine sen de kimsin demek, tokalaşmak yerine yumruk göstermek, söze kulak vermek yerine kavgayı tercih etmek kötülüğün karşısında iyiliğin elini zayıflatıyor.
Kötülüğü, iyilikle savmak gibi ilahi bir emir ve formül var. İyiliğin içinde affetmek, hoş görmek, sabretmek gibi erdemli davranışlar formülün değerleri… bu formül hakikatin formülü, sonucun tutmama şansı yok.