KÖRDÜĞÜM
Dünya üzerinde bakış açılarına göre değilse de iki yüz civarındaki ülkeden oluşan ihtiyar yerküremizde yapısal sorunlarla mücadele etmeyen ülke sayısı, ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardır. Söz konusu ülkeleri, başta petrol olmak üzere zengin emtia kaynaklarından uzak coğrafyalarda bulunan Kanada, Avustralya yada kişi başına düşen geliri ve refah düzeyi yüksek fakat küçük ekonomilere sahip İsviçre, Lüksemburg veyahut da AB şemsiyesi altına girmesi yanında doğal zenginliklerinin paylaşımını Venezüella gibi ülkeyi yöneten çok küçük bir azınlığa peşkeş çekmek yerine halkıyla paylaşan Norveç, İsveç, Hollanda, Finlandiya gibi ilave birkaç tane daha sıralanabilir. Hemen aklımıza normal olarak halkları zenginlik içinde yaşamasına rağmen ABD, Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa gibi gelişmiş batılı ülkelerinin, diğer birçok ülkeyle karşılıklı sorunlar içinde yoğruldukları gelmiştir. Bunlardan Kanada, Avustralya gibi uzak dünya ülkesi olmasına rağmen ABD’nin, AB ülkelerinden Almanya, Fransa, Çin, Meksika, Brezilya, Türkiye, Rusya, İran, Kuzey Kore, Katar, Sudan gibi daha birçok ülkeyle neden sorunlar yaşadığı mutlak akla gelmiştir. ABD’nin Kanada, Avustralya hatta Japonya, Almanya gibi ülkelerden farkı, sahip olduğu devasa iktisadi, politik, askeri ve iletişim gücünü özellikle Trump’ın başkan olmasından sonra pervasızca, kuralsızca ve açıktan açığa, dünyayı kendi ekseni etrafında istediği gibi döndürmeye çalışmak istemesidir. Bu amacına ulaşmak için terör örgütlerini desteklediği, ticari açıdan açık verdiği ülkelere ticaretle değil de emir, talimat ve yaptırımlarla cevap vermeye kalkıştığı, Venezüella, İran gibi ülkelerin iç işlerine karışarak dizayn etmeye çalıştığı, petrol fiyatlarının kendi işine gelmeyecek şekilde düştüğü veya yükseldiği durumlarda hiç beklenmedik uygulamalara geçtiği, her konuda tehdit ve şantaj unsuruna başvurmaktan çekinmeyen bir ABD gerçeğiyle yaşamak zorunda kalan bir dünya koşullarında, uzun vadede istikrarlı bir refah sürecinin yakalanması olanaksızdır.
Fırsat buldukça veya bulmaları halinde ABD benzeri oportünist politikaları takip eden ülkeler olarak Almanya, İngiltere, Fransa sayılabilir. Özellikle bu üç ülke, fazla değil yetmiş seksen yıl öncesine kadar egemenlikleri altında yaşayan günümüzün bağımsız olarak nitelendirildiği ülkelerin kaynaklarını iç etmekten çekinmemektedirler. Nadir de olsa birbirleriyle çekişmeleri, çıkarlarının kesişmesindendir. ABD teknolojisini kopya ettiği düşüncesiyle en fazla dış ticaret açığı verdiği gerekçesiyle Trump’ın ilk aşamada Çin’in aleyhine ve fakat sonraki süreçlerde ABD ve tüm dünyanın aleyhine sonuçlar doğuracak gümrük tarifelerini kullanarak korumacı politika uygulamalarına girişmesi, bunun en güzel örneğidir. Şu sıralarda Çin ile devam eden müzakerelerde iki tarafında lehine yada daha az zarar göreceği şekilde anlaşmaya yakın oldukları haberleri global reel ve finans sektörü üzerine istikrarlı bir ivme kazandırsa da, orta vadede ekonomik yavaşlamaya yol açacağı ortadadır. ABD’nin Çin olayını nispi olarak kendi lehine çözdükten sonra, bir diğer açık verdiği AB’nin lokomotif ülkesi konumundaki Almanya’yı otomotiv ve bankacılık sektörü üzerinden sıkıştırmaya hazırlanmaktadır. Durgunluktan uzun yıllardır kurtulamayan Japonya yanı sıra, dünyanın en büyük ekonomilerinden olan Çin ve Almanya’nın ABD’ye karşı uygulamaya koydukları gümrük vergilerinin sonuçları, yavaşlamayı daha da derinleştirme etkisi yapacaktır. Küresel ekonominin en büyük dört ülkesinde ortaya çıkacak durgunluk, domino etkisi sonucu tüm ülkeleri etkisi altına alacaktır. ABD’nin üzerinde biraz daha ince çalıştığı Rusya, İran gibi ülkeler arasına S-400’ler nedeniyle Türkiye’nin girmesine ramak kalmıştır. Yerel seçimlerin etkisinden hala çıkamayan, ithalata bağımlı ihracat sistemini kıramadığından cari denge açığı azalmasına rağmen bu kez de yoğun ve yığın işsizlik sorunuyla karşılaşan Türkiye’nin, Brunson örneğindeki sonuçlardan çok daha derin yaptırımlara yol açabilecek ilave bir S-400 orijinli Trump tehdidini savuşturması hiç kolay olmayacaktır. Eğer Türkiye, S-400 cenderesinden hem Trump’ı hem de Putin’i ikna edecek çok ustaca bir politikayla sıyrılamazsa, enflasyon, bütçe ve Merkez Bankası rezerv verilerinin tehlike sinyalleri verdiği günümüz koşullarında genel durgunluktan çok daha derinini yaşamaktan kaçınamayacağız. Bu nedenle ivedilikle orta ve uzun dönemi kapsayan eğitim, bilim ve ileri teknolojiye dayanan yapısal üretim reformunu kurup hayata geçirmeliyiz, yoksa refah treni kaçmak üzere.
Soru: Ekonomik büyüme artarken işsizlik oranı artabilir mi? Neden?
Sözün Gözü: Kişinin ederi ancak karakteri kadardır, fazlası değil.